Tarih: 25.07.2022 14:26

YAZMAZSAK OLMAZ!

Facebook Twitter Linked-in

Bu yazımda da, satır başları ile bazı konulara değineceğim. Geçen yazımda “Allah versin” başlıklı yazımdan dolayı çok sayıda dostlar aradılar ya da, görüşmemizde “papaz” olayını kıyaslamamda çok hoşlarına gitmiş. Yine böyle konuları ele alarak yazmaya devam edeceğim.

          Bİ ŞEY OLSA HABERİM OLSUN...

       Allah vermesin yaşadığımız sürece her zaman başımıza illah bir şeyler gelir. Ya da bir felaket yaşarız. O an eş, dost,akraba,arkadaşların aramasını-sormasını beklersin.Eeeee, ne demişler “eş,dost,akraba,arkadaş dar gününde belli olur” bu deyim çok yerinde bir kelime.

         Geçenlerde bir arkadaşımın başına felaket, diyebileceğim bir olayı gelmişti. Olayı duyar, duymaz yanına gittim, “ne yapabilirim?” diye. Tabi ki, benden başka bir sürü dostu da vardı yanında. Biz felaketin olduğu yerde konuşur-tartışıyorduk, o sıra arkadaşımın telefonu hiç susmadı, ama hepimizin ilgisini çeken çok yakını birinin arayıpta durumu öğrenmiş ve eklemiş “bir şey olursa bana haber verin” arkadaş telefonu kapattıktan sonra yerinden zıpladı, nsaıl zıplamasın ve sinirlenmesin, durumu anlatmasını söyledik ve yakın akrabasının harfi, harfine her şeyden haberdar olduğunu ve dalga geçercesine “bir şey olursa bana haber verin” demiş.

          Yaaa, arkadaş daha ne olsun, olan felaket olmuş, sen her şeyi öğrenmişsin, daha ne olmasını bekliyorsun ki, “bir şey olursa bana haber verin” diyorsun.?

         Bu gibi tipler vardır, hemde çoğunlukta, demem odur ki, hiç aramasın-sormasın böyle aptalca bir kelimeyide kullanıp insanın asabınıda bozmasın olur biter. Bilmem yanlışmıyım? “Yanlışın var, diyen varsa beri gelsin.” Çünkü böyle tiplerlen bazen bende karşılaşıyorum da ondan...

             METİN ÖZTÜRK ÇOK ŞEY BİLİYOR, AMA!...

           Sevgili dostum, güzel ve mütevazi bir insan, Metin Öztürk, kalıbının adamı, dostane yakınlığı ile toplum içinde yer edinmiş bir insan. Şatavatsız, bağımsız, aile görgüsüne ters düşmüyecek bir şekilde hayatına devam etmektedir. İyi bir

 aile reisi ve iyi bir baba. Allah bozmasın bu yapısı ile tüm topluma örnek olmuş bir insan, diyebilirim.

         Metin Öztürk güler yüzlüdür, hoş görülüdür. Fazla konuşmasını sevmez, bazen bir araya gelir sohbet ederiz, sevsin-sevmesin hiç kimsenin hakkında yorum yapmaz ve eleştirmez. Metin Öztürk çok şey bilir, ama hiç bir şey bilmemezlikten gelir. O güler yüzünden tebbesümü hiç eksik etmeden, kısa ve özünden bir söz söyler ve ne kimseyi gerer, nede fazla lafın uzatılmasını sever. Hep aklımın bir köşesinde şu lafı saklı kalır.

          “Bu toplumun her türlü insana ihtiyacı vardır, hırsız, namıssuz, dolandırıcıların dışında, ben her insanı kucaklarım. Beni en çok ilgilendiren Doğubayazıt’tır ve Doğubayazıt’ın insanlarıdır. Ötesine, berisine bakmam yoluma devam ederim.”  Ne diyelim sevgili dostum, gittiğin yolun o biçim yoldur, Yolun aydınlık ve açık olsun...

         Ben bu yazıyı yazarken, sevgili dostum Metin Öztürk’te Doğubayazıt’taymış. Dedim ya! Tam bir Doğubayazıt aşığı Metin Öztürk. Sağ olsun her zaman olduğu gibi,ihmal etmemiş, Gazetemizide ziyaret edip, Nezir Çelik’ten Doğubayazıt hakkından bilgi almış.

              EMEKLİ EĞİTMEN MEHMET KORKMAZ

          Doğubayazıt’ın yetiştirdiği, iyi karekter sahibi ve bir çok Doğubayazıt’lının okuyup, hayata bağlamasını sağlayan kişidir, Mehmet Korkmaz. Bazen İstanbul’un çeşitli yerlerinde karşılaşırız, ayak üstü kıssada olsa muhabbet ederiz, Haaaaa, bu arada Gazetemizin ve Gazetenin yazarlarının çok iyi bir takipçisidir sevgili Hocamız.Emekli olmuş ama yinede topluma faydalı olmak için çaba sarfediyormuş. Ne diyelim Allah uzun ömürler versin. Başarıları daim olsun.

ZEKİ ERTOĞAN, BEN YAZAR DEĞİL, MUHABİRİM.

          İstanbul’da uzun bir süredir, ay da bir yayın yapan, Ağrı Yaşam Gazetesinin sahibi ve kurucusudur, Zeki Ertoğan, gerçekten saygıdan öteye iyi bir objektife sahiptir. Çektiği resimler ile harikalar yaratıyor, bir o kadar da her kesin mesleğine ve ilkesine saygılıdır.

          Bir çekim ve yazılım için Zeki Ertoğan’a teklif götürürler, ancak Zeki Ertoğan Zeki’ce bir çıkış yapar ve “ben yazar değilim, muhabirim, istediğiniz şekilde doyurucu ve çok güzel resimler çekerim, yazı konusuna gelince size güvence vermem çünkü ben yazar değilim,” sağolsun buna da örnekler gösterir, “yazarlık konusunda deneyimli olan ustalarımız ağabeylerimiz var,  Fırat Beyazıt Çelik, Nezir Çelik, Osman Eren gibi kalemi keskin olan ve ne yazdıklarını bilen insanlarımız var” der.

             Zeki Ertoğan’ın kalemi keskin olmasa da objektifi ve kamerası keskindir, her şeyden önce her kesin mesleğine saygılıdır.

Birileri gibi bizim yazdığımız yazıları alıntı yapıp, verdiğimiz emeğe saygı duymayarak, kendisi gibi yazmış gibi isimlerimizi yazıdan kaldırıp, kendi isimlerini koyanlara ne demeli? Bir de bu hırsız utanmazlar yazının altında imzamızın olduğunu bile unutarak ahkam kesiyorlar, ama sizin hakkınızda suç duyurusunda bulunacağız, dediğimizde de bu korsanların eli-ayağı bir, birlerine dolanıyor, başlıyorlar hatırı sayılan insanları devreye sokmaya. Uzun sürmez ve bu gibi korsanlar en kısa zamanda ne toplumda ne de insanların içinde yerleri olmadığından silinir giderler.

        BEN O ÖĞRENCİ İLE KARŞILAŞTIM.

       Hani ya bir laf vardır, dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur, diye. Benim kisi de öyle oldu. Budan yıllar önce BAY-DER’e gitmiştim. O zaman ki, BAY-DER Başkanı Sadullah Demirbaş ile sohbet ediyorduk. Sohbetimiz sırasında İstanbul dışında üniversiteyi okuyan ve okumaktan çok zorlanan maddi durumu oldukça düşük olan bir kardeşimiz aradı.

          Sadullah Demirbaş’a dert yanmaya başladı. Sadullah Hoca ile onun arasındaki telefon görüşmesi sürerken ben balkona çıktım ve görüşmeler bittikten sonra Hocanın yanına tekrar vardım. Ben konuyu açmadan, sağolsun Hoca durumu izah etmeye başladı. Hocanın anlattığı Konuyu aynen sizin ile de paylaşayım:

       “Çok şükür çok sayıda üniversiteyi okuyan hemşerilerimiz var, (Doğubayazıt’lı olarak) ama ne var ki, bir çoğunun okumak için maddi gücü yok, dernek olarak bizden de haklı olarak yardım talebinde bulunuyorlar.

Şu anda Musa Turan ve kardeşlerinin dışında bir kaç hayırseven iş insanlarımız burs veriyorlar ama o da yeterli gelmiyor, ben de yardım etmediğim için haliylen çok üzülüyorum, ama arayan bu kardeşimizin durumu içler acısı, beş liraya bir ekmek arası tavuk döner yaptırıyormuş, yarısını gün içerisinde yiyip, yarısını da saklayıp akşama yiyormuş, bazen onu da bulamayıp aç kalıyormuş, ama mutlaka okuyup ailesine yardımcı olup bir nebzede olsa hayatını kurtarmaya çalışacakmış, ne yapacağımı şaşırdım” deyince izin istedim ve Musa Turan’ın yanına vardım. Sağ olsun her zaman olduğu gibi beni görünce güler yüzünü ve hoş görüsünü eksik etmeden beni karşıladı. Musa Turan da fazla konuşmasını sevmez ama, dinlenesini sever (tabi ki, faydalı fikirler olunca) Biraz sohbet ettikten sonra, durumu kendisine izah ettim, gülümsüyerek, canını sıkan bumudur? Dedi ve öğrencilere verdiği bir yıllık bursu hesaplayıp bana uzattı. “Al götür ve gönder gitsin, kusura bakma Fırat bey, bu zahmetide sen çek” diyince, Sadullah hocayı aradım ve ihtiyaç sahibi olan kardeşimizin telefonunu aldım aradım, ama ne yazık ki, bu kardeşimiz o kadar mağdurmuş ki, kullanacak bir telefonu bile yokmuş, arkadaşlarının telefonları ile bağlantı sağlıyormuş. Telefona çıkan kişiden rica ettim ve beni acilen aramasını söyledim. Bir kaç saat geçtikten sonra aradı, sen kapat ben arıyayım, dedim ve aradım. Durumu kendisine izah ettim ve bir hesap numarası verdi, parayı kendisine yolladım.

          Bu kardeşimiz parayı aldıktan sonra, aradı teşekkür etti, sanki dünyaları ona bağışlamıştık, çok mutlu olmuştu.

          Aradan epey zaman yol almıştı, ben bu konuyu artık unutmuştum ki, İstanbul Laleli’den tranvaya bindim, Vapurla Kadıköy’e geçecektim, tramvayda biri bana bakıp duruyordu, ne yalan söyleyeyim onun bakışlarından artık rahatsız olmaya başladım, yanıma yaklaştı “sen gazeteci Fırat abi olmalısın?” diyince, he babam benim, bir sıkıntımı var? Diyiverdim. Kendisini tanıttı, okumuş bir yerde çalışıyormuş, ailesine yardımcı oluyormuş ve hatta durumu kötü olan iki öğrenciyede yardımcı oluyormuş. Ne diyeyim sadık bir insanmış, yapılan iyiliği unutmamış, bunuda bilmenizi istedim.

             Musa Turan’da Doğubayazıt’taymış, eş, dost akraba ziyaretlerinde bulunuyormuş, ve hatta Bişar Çoktin’in diktikleri ağaçlar içinde, “Fırat bey, ağaçlar çok güzel olmuş, Doğubayazıt’a ayrı bir güzellik katmış, ağaçlar gülüşleri ile bize moral verdi” diyip, mutluluğunu bizim ile paylaştı.

                ÜZGÜNÜM DOSTLARIM, ÜZGÜNÜM

          Şu yer yüzünde yaşadığımız sürece insanların biri birilerine muhtaç olduklarını öğrendim ve bilirim. Bir insanın birine işi düştüğünde ya çekinir söylemeye, yada kendisine ulaşması zor olur. Bu vesile ile tandıdığı veyatta yakın bildiği bir kişiyi devreye sokar, ricada bulunur, işte onlardan biride benim.

       Bir insanın bana düşen işini halletmek, unu mutlu etmek inanın ki, ben daha mutlu oluyorum  ama ne var ki, evet “NE VAR Kİ” bu sıralar bazı insanlar insanlıkları kadem basmış, olacak ki, arayıp ricada bulunduğunda “yok” da demez ama ne var ki, sözünden de durmaz. Hele bazı tipler var ki, yapmadan, “ben yaptım” diyorlar. Biz Kürt’lerin çok güzel bir sözü var, “PEŞİYE BIKIN, PAŞI BIŞKRİNİN”  (Önce yapın, sonra övünün) Bu vesile ile bende insanlara karşı mahçup oluyorum.  Bir kaç örnekle yola çıkayım ve bana bu yolda yoldaş olan çok insan var, ama ben bir kaçını kısaca dile getireyim, çünkü hala umudumu bu insanlar sayesinde yitirmedim, bu güzel insanlarla beraber sizinle de yolumuza devam edelim;

              “Ne yaptıklarını, ne ettiklerini az çok anlarsınız, anlamayanlarınız varsada beri gelsin.

Prof.Dr.Çetin Kotan, Op.Dr.Ahmet Koç, Dr.Akif Aladağ İş adamı Fevzihan Aras (bir çok Doğubayazıt’lının ekmek teknesi) Metin Öztürk, Musa Turan.”…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —