Vefamızın Gri Tonu Mehmet Akif

Vefamızın Gri Tonu Mehmet Akif

2011 Mehmet Âkif Ersoy yılı

Vefamızın Gri Tonu Mehmet Akif
2011 Mehmet Âkif Ersoy yılı
Aykut KAYA Doğubayazıt


Yaşadıkları devire imzalarını atan onlarca sultan, komutan, filozof, bilim - ilim adamları, bulundukları makam ve yaptıkları icraatlarla hafızalarda yer edinmiş, haklı-haksız ayrımında ?Hain, ajan? yaftaları ve her zihniyet kalıbında farklı düşüncelerle anılmaya yüz tutmuştu.


 


Cennet mekân Abdülhamit Han gibi ender şahsiyetler, ölümlerinden sonraki yıllarda anlaşılabilmiş, savundukları fikirler tarihin eski sayfalarında unutulmamış, kimi zaman çirkin iftiralara maruz kalmışlarsa da, gerçekler hiçbir zaman gizli kalmayacak, değerlerini kaybetmeden, bütün gerçekleriyle gün yüzüne çıkacaktı.


 


Abdülhamit vefatından 70?80 yıl sonra anlaşılmaya başlandığı gibi, her yönüyle tarihimize işlenen Mehmet Âkif?te kendi değeriyle er yada geç anlaşılacaktı.


 


Hangi pencereden bakılırsa bakılsın, açılan o kanaldan içeri akan engin bilgiler, kimine göre istiklal şairimiz, kimine göreyse Kur?an ve ıslam?a adanan bir hayat. Bazılarıysa eğitimci, dil bilimci, siyasetçi yada şair olarak benimsiyordu.


 


Hayatını bahşettiği milletinin nezdinde de hak ettiği yeri almaya başlamış, Cumhuriyet tarihinde 2011yılı Mehmet Âkif Ersoy?u anma yılı olarak kabul edilmiştir.


 


Adını 365 güne sığdırmamıza rağmen, hayat felsefesinin bir tek yönü dahi nice 365?lere sığmayacak kadar geniş, ?şiirlerinden daha muhteşem? hayatı onlarca yıla dar gelecekti.


Kısa ömre sığdırılan koca bir manada, Âkif?in Kur?an ve ıslama bakışını, hayatından kısa bir kesiti yaşam gayesini biraz olsun anlamamıza yetecektir.


 


Mehmet Âkif?in Yıllarca konuşulan Kur?an tercümesi:


 


Mehmet Âkif Kahire?ye gelmeden önce büyük âlim Elmalılı Hamdi Yazır ile aralarında bir anlaşma yaparlar. Bu anlaşmaya göre, Mehmet Âkif Kur?an?ı Kerim?in tercümesini kaleme alacak, Elmalılı ise tefsir yazacaktır.


 


Gemiyle Kahire?ye gelen Mehmet Âkif tercümeyi 4?5 yıllık çalışma sonucunda tamamlamış ancak o sıralarda hastalanınca, tercümeyi yol arkadaşı ve dostu ıhsan Efendi?ye teslim etmişti.


 


Âkif, ıhsan Efendi?ye tercümeyi verirken vasiyetini de açıklıyor. Âkif, hastalanıp Türkiye?ye dönmeye karar verince demiş ki, ?Hocam Kur?an-ı Kerim?in tercümesi bu. 4-5 yıldır ben buna göz nuru döktüm. Ağladım, gözyaşı döktüm. Ama, ben bunu yakmak istiyorum.


 


Sebebiyse;  Türkiye?de ezanlar Türkçeye çevrildi. Allahüekber yerine tanrı uludur diye ezanlar okunuyor. Ayrıca namazda da Kur?an-ı Türkçe okutma fikri ve düşüncesi var. Dolayısıyla, ben bu tercümeyi alıp Türkiye?ye götürürsem benden alıp derler ki, ?Mehmet Âkif?in tercümesi üzerine tercüme olamaz. Biz bunu namazda Arapça Kur?an-ı Kerim yerine Türkçe okutalım.


 


Böyle kararlaştırılır. ıbadet de, Türkçe?ye çevrilir. Onun için ben yakmak istedim. Ama o kadar göz nuru döktüğüm için yakamadım. şimdi ben bu tercümeyi size, teslim ediyorum. Türkiye?den iyileşip dönersem tekrar alırım. Ama gelemez ölürsem siz bu tercümeyi yakacaksınız, bu vasiyetimdir.? Der ve vefatından sonra vasiyeti yerine getirilir.


 


2007 yılında dergi ve yerel gazetelerde yazarlığa başlamadan önce, medyada yayımlanmamış farklı konularda iki yüzü aşkın şiir ve çeşitli konulardaki yazılarım, kitaplaştırmayı düşündüğüm onlarca makalelerim, bilgisayar hard diskinin yanmasıyla yok olmuş, o günün bütün imkânlarını kullanmama rağmen bir türlü kurtaramamış ve onlarca yılın emeği bir çırpıda heba olmuştu. Günlerce uyku uyuyamamıştım.


 


Bu olay aklıma geldikçe, Âkif?in Kuran mealini kendi vasiyetiyle yakılmasını hatırlarım.


Âkif?in, bu eserinin belki âlemi ıslam?a zarar verebilecek şekilde kullanılacağı endişesiyle göz nuru döküp, her satırı gözyaşlarıyla ıslanan Kur?an mealini, kopyaları dahi bırakılmaksızın yok etmesi, maneviyatının hangi kademelerde olduğunun ispatıydı.


 


Hayat perspektifi ve icraatına adanmış ömre sığdırmak istenen bu mana?nın yanında, Mehmet Âkif?in vatan millet sevgisi imanıyla tamamen bütünleşmişti.


 


şairimizin milli mücadele yıllarında cepheden cepheye koşan asker misali, şehir şehir gezerek cami kürsülerinden halkı bilinçlendirmişti. Halkın ve ordunun moralini zirvelere taşıyan fetvaları, Âkif?in milli mücadele azmini ve millet sevgisini ruhunun derinliklerinde hissetmişti.


 


Fakat iman ve vatan taksiminde her türlü fedakârlığa göğüs geren Âkif?e, kendi milletinden gördüğü vefasızlıklarda eksik olmamıştı.


 


Âkif?in karşılaştığı en ağır suçlamalardan biri, ?Balkan Harbi? sırasında düşmanın Türk halkına reva gördüğü eziyetler karşısında ?tükürün yüzüne bu medeniyetin? dediği için o dönemin sözde aydınları tarafından ?geri kafalı adam? suçlamasına maruz bırakılmıştı.


 


Mahalle Kahvesine hücum ederek, orada vakit öldürüp tembellik yapanları eleştirdiği için bu kahvelerde vakit öldürmeyi entelektüel faaliyet sayanlar tarafından geleneklere saygısı olmayan ?züppe? olarak yorumlanıyordu.

1908 Temmuzunda sokağa fırlayan mitingcileri eleştirdiği için, ?hürriyete düşman zavallı? olarak isimlendirildi.

Halide Edip?in önerdiği Amerikan mandasına karşı çıktığı için, azınlıklar tarafından ?ortaçağ kafalı tehlikeli adam? olarak değerlendiriliyordu.

Mısır?da entari giyip dolaşmak yerine ceket, pantolon ve Frenk gömleği giydiği gerekçesiyle ?Hıristiyan Âkif, Gavur Âkif? olarak tanımlanıyordu.

En ilginç iddia, Âkif?in şapka giymemek için Mısır?a gittiğiydi. Oysa, Mehmet Âkif?in Mısır?a gittiği yıllarda, şapka devrimi henüz yapılmamıştı ve Cumhuriyet Meclisinin milletvekilleri fes giyiyordu.


 


Bu vefasızlıkları yaşayan Ersoy?un sonraki zamanlarda vefalı dostuysa vefatına sebep olan siroz hastalığı olmuştu. Sağlıklı günlerinde kendisini yalnız bırakan o vefasızlar, ölüm döşeğinde son nefesine kadar kuru ekmeğe muhtaç, yokluk ve sefalete mahkûm etmişlerdi.


Dostuna verdiği söz neticesinde dostunun ölümünden sonra üç yetimine kol kanat geren Âkif?in, ardında bıraktığı beş çocuğunaysa hiç kimse sahip çıkmayacaktı.


 


Büyük oğlu Emin Ersoy askerlik görevini yaptığı sırada, koğuştaki arkadaşlarına Kur?an okuyup tefsir ettiği gerekçesiyle Divan-ı Harbe verilecekti. Cezasını çekmek için bulunduğu hapishaneden kaçarak, Fransız mandasındaki Kırıkhan?a yerleşmişti. Firarının ardından yakalanıp Türkiye?ye iade edilen Emin?in cesedi Beşiktaş?ta çöp konteynırında bulunacaktı.


 


Mehmet Âkif?in Küçük kızı Suat Ersoy, 1991 yılında çocukları Ferda ve Selma?yla birlikte Beyoğlu?nda yaşadığı evden atılmak istenir. Bu üzücü olayın gazetelerde yer alması üzerine dönemin Başbakanı Turgut Özal, Suat Hanım?a Halkalı?da bir daire tahsis eder. Ancak ekonomik sıkıntılardan dolayı evini satmak zorunda kalan Suat Ersoy Hanım, Kadıköy?de Vakıflar?a ait döküntü ahşap bir eve taşınacak, bu evde de zor günler yaşadıktan sonra yaşama veda edecekti.


 


Küçük oğlu Tahir Ersoy ise tercüman olarak çalıştıktan sonra emekli olur. Yakalandığı karaciğer yetmezliği hastalığıysa bir hayli ilerlemiştir. Emekli maaşı yeterli olmadığından, Ankara?da SSK?ya bağlı hastanede yattıktan sonra, ıstanbul?a getirilir. Esma Hatun Hastanesi?ne yatırılan Tahir Ersoy, 2000 yılında tedavi gördüğü hastanede vefat edecek, cenazesine katılanların sayısı ise üç beş kişiyi geçmeyecekti.


 


?Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,


Gömelim Gel Seni Tarihe Desem, Sığmazsın?


 


Dizelerinde olduğu gibi Âkif ve fikirleri tarihe sığmayacak kadar geniş, gönüllere gömülmeyi hak edecek kadar vatan ve millet sevdalısıydı.


 


ıstiklal şairimiz, ıslam müdavimi Mehmet Âkif Ersoy?u anlamaya devlet erkânı ve millet olarak hiç bu kadar yakın olmamıştık. Geçmişte Âkif ve ailesine göstermediğimiz vefanın mahcubiyetini, 2011 yılı vesileyle bir nebzede olsa telafi eder, tarihimizin Âkif?e ait gri tonlarını bugünden sonra berraklaştırmak ve Âkif?in şahsında ıstiklal Marşımızı hakkıyla anlayabilmek umuduyla.


 


Sağlıcakla kalın..         


Aykut KAYA /Doğubayazıt



Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor