SUAT KOROĞLU İLE RÖPORTAJ

SUAT KOROĞLU İLE RÖPORTAJ

HAZIRLIYAN /FOTOĞRAF/ OSMAN EREN

Yazdığı Kayıp Kimlikler romanı ile aynı mahallenin yabancılarının trajikomik yakınlaşmasını anlatan Suat Koroğlu ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
İktisat ve İdari Bilimler Fakültesi, sonrasında Sosyal Bilimler Enstitüsü’nü bitiren biri olarak bu eğitime uygun bir meslek yerine edebiyat ile ilgileniyorsunuz. Buna neden olan, sizi bu yola yönlendiren neydi?
Bu sorunuz birçok cevabı içinde barındırıyor. Mesela eğitim sistemi. Mesleki tercihlerin belirlenmesinde eğitim politikalarının ve eğiticilerin önemi büyük. Benim açımdan pek bir şey değişmedi aslında. Ben kendimi bildim bileli edebiyat aşığı biriyim. Ne var ki, lise bitince İşletme okumaya karar verdik. Karar verdik diyorum, zira bu tek başıma aldığım bir karar değildi. Ancak bir şekilde yanlış hesap Bağdat’tan döndü ve asıl sevgiliye kavuşma imkânını bulmuş oldum.
Kayıp Kimlikler ilk romanınız. Biraz bize ondan bahseder misiniz? Bir göç hikâyesi var. Sizi bu hikâyeyi anlatmaya çeken neydi?
Aynı mahallenin yabancıları olarak yaşıyoruz. Birbirine çok yakın, ancak dokunamayacak kadar uzak…
Kayıp Kimlikler, bu yabancıların trajikomik yakınlaşması bir bakıma. Birden çok göç hikâyesine tanıklık ediyoruz. Boy verdikleri coğrafyalar onları farklı kılıyor esasen. Hâl böyle iken, iş zihnimde beliren evrendeki insanları en çıplak, yalın halleri ile anlatmaya kaldı.
Roman farklı şehirleri, farklı kültürleri anlatıyor. Kurgu yaparken gözlemlemeyi mi yoksa okuyarak araştırmayı mı tercih ediyorsunuz?
Gözlem ve okuma birbirinden ayrılmaz, aksine bütünlüğü oluşturmada işinizi kolaylaştırır. Hiç görmediğiniz, var olup olmadığından habersiz olduğunuz bir yer veyahut insan tasviri de mümkün. Hayal gücünün bir sınırı yok ne de olsa. Kayıp Kimlikler özelinde bakarsak, 1995 yılının Aralık ayından başlayıp 1997 sonbaharında biten bir dönemi anlatıyorum. Bu yüzden, gözlem ve okuma eş güdümlü olarak ilerledi.
Yine göç meselesine gelirsek. Göç etmek zorunda kalmak, geride kalanlar, yeniye uyum sağlama hâli… Bunlar sancılı süreçler ancak romanda kasvet yok. Bunu nasıl sağladınız?
Ortada bir başarı varsa Öztürk ailesinindir. Karakterleri ben yaratmış olsam da, benden bağımsız hareket ediyorlar.
Yani siz yarattınız ama kontrol edemiyorsunuz, öyle mi?
Tam olarak öyle sayılmaz. Kontrol edememek çok da doğru bir ifade olmasa gerek. Evet, karakterleri ben oluşturdum. Evet, benim sayemde evlerinize konuk oluyorlar. Ancak, yazmaya başladıktan bir süre sonra sizden ayrılıp, özgürce hareket etmeye başlıyorlar. Nasıl yürüneceğini siz öğretseniz de, artık yürüyorlar ve gidecekleri yere kendileri karar veriyorlar. Seslerini, kendi aralarındaki konuşmalarını duyabiliyorsunuz.

Kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir?
Romanı yazmadan kurguyu belirlerim. Ancak bazen, roman ilerledikçe bazı karakterler bana başkaldırabilir. Bazen beni ikna ederler. Bazen de bildiğim yoldan şaşmam. İçgüdülerim ve sezgilerim bu aşamada, devreye girer.
Şiir yazıyorsunuz. Kitaptaki Civan karakterinin de şiirleri var. Duygularınızı yazıya dökerken hangisi sizin için daha cezbedici; şiir mi yoksa düzyazı mı?”
Şiir ilk gözağrım. Yazmaya onunla başladım. Sorunuza gelecek olursak, ikisi de eşit oranda cezbediyor beni.

 



Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor