Sokağımıza Uğramaz Beklediklerimiz
HAMZA SALMAN
Hepimiz doğum ile başlayıp, ölüm ile bitecek olan şu kısa hayat yolculuğunun yorgun birer yolcularıyız.
Varlığımızdan ve kendimizi bildiğimizden beri, her doğan yeni günümüz bir önceki günü aramamıza sebep olmuştur. Aslında tüm bu yaşadıklarımız, bir garip yalnızlığın hikâyesidir.
Âdem cennette her türlü nimetin içinde olmasına rağmen cennet Havva olmadan bir yalnızlık bahçesi oldu O?nun için.
O halde etrafınızda sizi anlamayan, konuştuğunuz halde sizi duyamayan insanlar çoğalıyorsa bu acı bir yalnızlığın belirtisidir.
Çok emekler verdiğiniz, kendileri için her zaman fedakârlık kapılarını sonuna kadar açık bıraktığınız insanların, bir gün küçük, basit hesapların peşine takılıp sizi unutmasıdır yalnızlık. Ve belki en acı yalnızlık, çok ihtiyacınız olduğu anlarda en sevdiklerinizi bile yanınızda bulamayışınızdır.
Yalnızlığımız, bazen de fikirlerimizin sessiz dünyamıza gömülmesi anlamına gelmektedir. Oysa kalabalıklar içinde olmamıza rağmen, sağır edici sessizliklerde boğuluruz çoğu zaman.
Yitirilmiş zamana, kaybedilmiş dostluklara ve riyanın bulaşmadığı bir dünyaya ulaşamamanın hüzünlü bir deneyimidir. Bu yüzden yalnızlık acı çektirir, ıstırap verir, çoğu zaman. Ve yalnızlık; hüznü, gözyaşını taşır yüreğimize, ayrılık acısıyla tanıştırır bizi.
Kimi zaman hasret kalırız kahvehane köşelerinde bir masanın etrafında oluşturulan o doyumsuz muhabbetlere ve sevginin katık yapıldığı sıcak, samimi hatta bazen gece yarılarına kadar süren ev sohbetlerine.
Zaman olur telefonumuza gelmesini beklediğimiz bir mesajın uyarı sesi titretir yüreğimizi.
Yalnızlık kor olur, yakıp kavurur dostluk, kardeşlik şerbetini tatmış olanların içini. Oysa sekülerleşen, profanlaşan günümüz insanın algı dünyasına çok uzaktır, çok anlamsızdır bu hisler.
Peki, hiç düşündünüz mü, gerçek anlamda ne zaman yalnız kalırız ya da yalnız bırakılırız? Cebimizde ki son kuruş tükendiğinde mi? ınsanlar arasındaki ilişkilerde unvanlar, sosyal statüler ve akademik kariyerler ölçü olarak görüldüğünde mi? Yoksa kulaklarımız ağır işittiği, gözlerimiz az gördüğü, beynimiz vücudumuza söz geçiremediği zaman mı? O zaman mı terk eder bizi dostlarımız veya öyle zannettiklerimiz. Yoksa hasretle beklediklerimiz gelmeyince mi anlarız yalnızlığımızı.
Hâlbuki bu gün, sözde uyanık zihinlerin, dostça yüreklerin ve yaşlı gözlerin elbirliği ile katlettiği bir zamanın ağırlığı içindeyiz?
Bazen oturup düşünürüz ve sorarız kendimize bu darmadağın hayat bizim midir diye? Neden tek tek, uzaklaşıp kayboldu yakın bildiklerimiz hayatımızdan.
Oysa yerli yerinde durmaktadır dertlerimiz ne dermanımız vardır, ne de gözyaşlarımızı silen bir el. Sanki yüreklerimizde bir yalnızlığımız vardır, birde benliğimiz. Geçtiğimiz yollara bırakmak isteriz çaresizliğimizi, gözlerimize bakacak gözler yoktur, anlatacaklarımızı dinleyecek kulaklar, nasıl hissettiğimizi merak edecek yürekler yoktur. Gözümüz yollarda kalsa da, pencere kenarlarında sabahlasak ta sokağımıza uğramaz beklediklerimiz.
O halde elimizde bize ait sadece yalnızlığımız da olsa paylaşmalıyız. Çünkü acılar paylaştıkça azalır. Aslında hepimizin bir bakıma ortak adıdır yalnızlık. En nihayetinde bizim hem başlangıç (hayat) hem de aynı zamanda son (ölüm) noktamız değil mi dir? Yalnızlık?
Peki, hiç düşündük mü acaba, şöyle bir etrafımıza bakıp bütün hatalarına, isyanlarına ve sorumsuzluklarına rağmen, düştüğü yalnızlığın içinden elinden tutup kaldırabileceğimiz unuttuğumuz belki de artık hatırlayamadığımız meğerse ne kadar dostumuz varmış yakınımızda, yanı başımızda diye.
O halde var mısınız? Uzun zamandır arayıp sormadığımız dostlarımızı, arkadaşlarımızı hatta sadece selamlaştıklarımızı ulaşabildiklerimizi ziyaret etmeye. Ulaşamadıklarımızı da cep telefonumuzun rehberine bakıp en azından ya bir mesaj atarak ya da telefonla arayıp onların halini, hatırını sorarak yalnız olmadıklarını hissettirmeye.
9411,13%0,46
34,56% 0,25
36,04% -0,51
3000,45% 1,31
5010,37% 1,12
Ağrı
23.11.2024