Ölen kişiye 'ruhu çıktı' diyoruz. Verimsiz kişiye ruhsuz diyoruz. ALLAH "ruhundan Adem'e üfledi" diyoruz vb. Değişik konularda gündemimizde olan ruh'un detayları üzerinde düşünmemiz, insan oluşumuzun gereğidir. Denilen şekilde, Hz. Ademe üflenen ruh, eğerki 'can' anlamındaysa, mikroplar da canlıdır. Üflenen can ise, ALLAH ın canlı bir varlık olduğu ve her canlıya canından üflediği anlımına geçer. Canlı demek, yiyen içen ve ölen demektir. Mesele sadece canlılık olsaydı, insan için ALLAH ın yeryüzündeki halifesi denmezdi. Bu deyiş candan dolayı olsa, halifelik her canlıya tekabul eder. Demekki ALLAH her canlıya birer program yüklemiş fakat, ruhundan üflememiştir. Bundan dolayı programla berarber ruh avantajına sahip olan insan, doğru yaparsa en üstün, yanlış yaparsa en aşağılık konuma geçer.
RUH NASIL BİLİNİR?
Mevzu bahis olan her varlık göz ile görünecek değildir. Fizikselliğimizin temas etmediği varlıkları, eserlerinden biliriz.
Bir siyal etkisiyle bilinir. Tv. kumandasının siyalini, tv. Üzerindeki etkisinden biliriz. Tv olmasaydı onun öyle bir özelliğinin olduğuna inanmak zor olurdu. Onun rengi, kokusu gibi vücudumuzla algılayacağımız bir yanı yoktur. Aynı şekilde duygu ve düşüncelerimizide etkileşimlerden biliriz. Elektirik vb. Varlıklar etkileşimlerden bilinir. Bu açıdan varlıkları ikiye ayırabiliriz. Somut olarak bizzat görülüp duyulanlar ile, görünmeyen duyulmayan fakat, ortaya çıkardığı eserlerinden bilinenler olarak.
RUH, FİZİKSELLİKLE BİLİNMEYECEK VARLIKLARDANDIR.
Yani, fiziğimizin temas edip etkilediği değil, fiziğimize temas edip etkileyen şeklinde bilinen varlıklar sınıfındadır. Ruhu da, göz'ün görüşü dışındaki varlık olarak eser ve etlkileşimlerinden bilmemiz gerekir. RUH'UN ESER VE ETKİLEŞİMİ NELERDİR? Etkileşimi sinyal/ilham, eseri program/hayaldir. İnsan iki türlü etkileşim ile iş yapar. Bir- içerde olan güdülerle. Yani fabrika ayarı ile. iki- dışardan gelen ilhamlarla. Yani yeni ayarlarla.
Güdü nedir? GÜDÜ, İHTİYAÇLARIN DOKUNUP HAREKETE GEÇİRDİĞİ YÜKLENMİŞ UYGULAMALARDIR.
Mesela: acıkınca yiyeceğe meyletmek güdüseldir. Buna benzer her ihtiyaca karşılık bir uygulama (güdü) vardır.
Bilindiği gibi teknolojik eserler, biyolojik eserlerin kopyacısı ve takipçisidir. O yüzden teknolojik örneklerle biyoloji'yi ve görünmeyen etki kaynaklarını daha rahat anlayabiliriz. RUH İLE CAN'I BİLMEK İÇİN ELİMİZDEKİ TELEFON UYGUN BİR ÖRNEKTİR. içinde çokça iş gören uygulamalar yüklüdür. Vücut da aynen böyledir. Telefonun can gıdası elektriktir. Elektrik telefon vücudunun canıdır. Bu can, telefonun ruh'u değildir. Telefonun ruh'u internettir.
İNTERNETTİ OLMAYAN TELEFON CANLIDIR FAKAT, RUHSUZDUR.
Ruhsuz olupta canlı olan telefon, içindeki yüklü olan programların dışında başka program açamaz. Açması için internette bağlanıp programın yüklenmesi gerekir.
Bu durum, bir insanın bir konuda başka bir insana danışmasına örnektir.
Sadece canlı insan, bilgi haznesinde olmayan bilgiyi, hem canlı hemde ruhlu/internetli olandan yeni bilgi olarak alıp bilgi haznedine ekler.
Başka bir örnek olarak RADYO, HER DAİM YENİ ŞEYLER SÖYLEYEBİLİR. KASET İSE, İÇİNDE OLANLARIN DIŞINDA YENİ BİR ŞEY SÖYLEYEMEZ.
Kaset, radyodan yeni bir kayıt yapmakla ancak yeni bir şey söylemiş olur. Bir sadece kasetçalar cihazlar vardır, birde radoyolu kasetçalar cihazlar vardır. Her ikiside elektrik ile çalışır fakat, her ikisi sinyal alamaz.
Yani, HER İNSAN CANLIDIR FAKAT, HER İNSAN RUHLU DEĞİLDİR.
İlhamı ruhlular alır. Aldıklarında hem kendileri hemde rusuzlar istifade ederler. Ruhsuzların güdüler dışındaki yeni bilgileri, ruhlulardan edindikleri kayıtlardan ibarettir. Bir ruhsuz, saatlerce aralıksız konuşabilir ancak, ezberde-hafızada olanların dışında hiç bir şey söyleyemez. Ruhlu ise, konuşurkende yeni bir bilgi edinebilir. Ruhsuz olan, bilinen sorunlara bilinen çüzümü söyler ama, bilinmeyen yeni sorunlara yeni çözümler bulamaz. Ruhlu olup bulanlara alim, bilim adamı, mucit, veli, evliya, filozof gibi isimler verilmiştir. Kısaca ortak yön olarak toplamda ruhlu kesim denilebilir.
Peygamberler, ilhamdan hariç direk vahiy aldıkları için o ruhlu takımın bir üst kısmını ifade ederler. İlham, genelde ihtiyaç bazlı bir çeşit talepsel duruştan ibaret iken, vahiy ise, daha kapsayıcı ve insan görüş gücünün yetmediği ihtiyaçların karşılığında talepsiz olarak ALLAH tarafından direkmen daha açık ve kestirmeli yoldan gönderilendir. İnsan yaşamının istifade yolları olarak peygamberleri ana caddelere, ruhlu kesimleride ara sokaklara benzetebiliriz. İnsanın hayvandan farkı, bu iki çeşit yola sahip oluşundandır. Yani peygamberler ve ruhlular. Bunlar olmasaydı insan, diğer canlılar gibi sadece kendine has programıyla dikey bir canlı türü olarak çeşitler zenginliğinde yerini alırdı.
RUH OLMASAYDI İNSAN, SADECE VÜCUT PROGRAMIYLA TUTUNABİLDİĞİ KENDİNE HAS BÖLGESİNDE YAŞAYAN TÜRLERDEN BİR TÜR OLARAK YERİNİ ALIRDI.
Zorlu koşullarda düzenli bir yaşam için ruhsaliyet olmazsa olmazdır. Düzen'e yönelik herkesin ruhlu olmasına gerek olmadığı için, ruhluların sayısı kısıtlı oranlarda olur. Yeni bir çözüm gereği olduğunda ruhsuzlar, vayfi misali ruhlulara bağlanıp çözüm indirebilme uygulamasıyla çözüme kavuşabiliyorlar. Buna "bir bilene sormak" denir. Sorma işi, ruhsuzlarada bilgilenme ihtiyacına karşılık olarak, programlarına yüklü olduğu için, sorarak ruh'un verilerine kavuşma avantajları vardır. Bu avantaj, onları sorunsallıktan sorumlu kılan avantajlarıdır. Yani onlarda ruh'tan uzak manada ruhsuz değillerdir. Bir başka ruhludan aynı veriyi alabildiği için sorumludur. Özürlü muafiyetine sahip değildir. Bilmiyorsan soracaksın. Bu birinde var birinde yok sistemi, insanlar arası bağlantı ve muhabet sebebidir.
Bir şeye daimice sahip olmak vardır, birde sadece ihtiyaç zamanında ulaşabilme imkanına sahip olmak vardır. Bu şekilde farklıda olsa, her ikiside o şey'e sahip olmuş oluyor. Yani danışma imkanı ile insan topluluğunun hepsi ruh'un verilerine sahip olmuş oluyor.
Birinin parası cebinde fakat, aynı zamanda cebinde parası olmayanında bankasıdır. Bilgi olarak.
BİR RUHLU İLE BİR RUHSUZU AYIRD EDEBİLMEK ÇOK ZORDUR.
Çünkü yeni bir ihyiyaç olmadıkça, ruhlu olan kişi de önceki kayıtlarla iş yapar. İlimde de israf normal değildir. Bir iş'e karşılık olmadıkça boşa akan suya benzer. O yüzden ilham alıcı kişi de her zaman ilham alacak değildir.
Çarşı toplum düzeni'nin işleyişatı, belli bir ilim derecesine dayalı olarak işler. Bu derece, zamanla ihtiyaçların ruhlulara edindirdikleri birikimin eseridir. Konuşturup yaptıran ihtiyaç, çoğunlukla mevcut birikimden beslenir. İnsanlık tarihi itibarı ile bu ilim birikimi o kadar çok ki, bazen bir ruhlu'nun öncekinden habersiz olarak ilham ile edindiği bir tespit, daha öncelerde de bulunmuş ve ortaya çıkarılmış olabiliyor. Bu ilim birikimi, ihtiyaçlar için yeniden keşiflerle uzun zamana ve bedellere mal olmadan insana hizmetini kesitisiz olarak sürdürmesi için terbiye-eğitim-öğretimle kısa yoldan yeni nesillere nakledilir.
Ruhsuz'un konuşma şekli genelde düşünmeden ard arda sıraya dizilmiş cümlelerin hücumu gibidir. Ruhlu'nun konuşmasıda kayıttan olduğu zaman aynı tarzda olabiliyor. Duraksamalı ve düşünceli konuşmalar ise, sadece konuşmakta (verimde) değil, aynı zamanda yeni bir bulgu (Alım) için arayış içindedir. Bu şekilde bazen aldığı bir sinyali kısa zaman içinde söze dönüştürmekte de zorlanabilir.
Dikkat edersek, vücut yapı şekilleri ile o vücudun hal ve tavırları genellikle birbiriyle uyumludur. Bu da, her farkın farklı bir iş görülümüne tekabül ettiğine delalet eder. Yani görülmesi gereken işler bazında baktığımızda, neden çoğunluğun ruh'u daha dolaylı yoldan alması gerektiğini anlarız.
MEVCUT BİLGİLERLE YÜKLENMİŞ RUHSUZ BİR PROFESÖR, BU BİLGİLERDEN HABERSİZ BİR RUHLUYA BİLİNENİ AKTARIR. MEVCUT BİLGİLERDEN UZAK KALMIŞ BİR RUHLU İSE, PROFESÖRE YENİ BİR BİLGİ AKTARABİLİR.
Birikimsiz ruhlunun edindiği bir bilgi, birikimli ruhsuz profesörün edindiği bin bilgi içerisinde bulunmayan bilgi olabilir. Bu şekilde profeförün mevcut bilgi düzeyi bin bir'e çıkmış olur.
RUHLU OLMAYAN DİĞER CANLILAR DA HAFIZALI OLDUKLARI İÇİN, HAZIR PROGRAMLARI DIŞINDA FARKLI ALIŞKANLIK VE TAKLİTLER EDİNEBİLİYORLAR.
Buna binaen mesleki açıdan insanlara baktığımızda, iki tür özellik görürüz. Ezberin dışına çıkması için yardıma ihtiyacı olanlanlar ile, ezberin dışına çıkma gereği için yardımsız çıkabilenler olarak görmek münkündür.
CAN NEDİR?
CAN ENERJİDİR. ENERJİ CANDIR. GÜNEŞ SİSTEMİ BÜTÜNSEL BİR CANLIDIR. FİZİKSEL VÜCUTLARIN BESİN KAYNAKLARINDANDIR.
Canlı vücutlar, canlı tabiatın devri daim sistemine bağlı olan parçalarıdırlar. Canlı tabiat ise, canlı güneş sisteminin bir parçasıdır. Canlı güneş sistemi de, bağlı olduğu canlı kainattın bir barçasıdır. Birbirine bağlı olan bu canlılar zincirinin nereye kadar sürdüğünü bilmiyoruz.
YILDIZLARIN DOĞUM VE ÖLÜMLERİ ,VÜCUDUMUZDAKİ HÜCRELERİN DOĞUM VE ÖLÜMLERİNE BENZEDİĞİ İÇİN, YILDIZLARIN DA DEVASA BİR VÜCUDUN ZERRECİK HÜCRELERİ OLDUĞUNU AKLA GETİRİYOR.
Böyle bir vücut var ise, bu vücudun da, içinde zerre hükmünde olup, yaşadığı devasa bir dünyası olmalı. Bu şekilde karşımıza, her devasa'nın bir zerre, her zerreninde bir devasa olduğu çıkıyor. Bu zincir için "son" kavramını bulamıyoruz. Bu yüzden "sonsuz" kavramına tutunup aklımızın yükünü düşürüyoruz. Zincir, halkalardan oluşsa bile, zincir olarak bir bütüselliği ifade eder. Bu bütünselliği kavrayabilme çabamız, bizi düşünsel olarak muzdarip kılar. BU MUZDARİPLİK yani ızdıraplılık, MANTIĞIN SINIRLI BİR VARLIK OLDUĞUNU GÖSTERİYOR.
Mantıklar kayıt cihazıdırlar, her mantığın belli derecede hafızası vardır. Bir mantığa sığmayan bir şeye mantık dışı deriz. Mantık dışı demek, mantık hafıza çapının yetişemediği demektir. Mantık dışı sözü görecelidir. Kaç cigabaytlık mantığa göre söylendiği dikkate alınmalıdır.
İÇERDİĞİ ANLAM OLARAK BİR ŞEY'E "MANTIK DIŞI" DEMEK BAZEN, O ŞEY'İN MANTIĞA KARŞI YOK HÜKMÜNDE OLDUĞUNU DEĞİL, MANTIĞIN O ŞEY'E GÖRE YOK HÜKMÜNDE OLDUĞUNU GÖSTERİR.
Yani on cigabaytlık bir yük, bir cigabaytlık mantığa yüklenmez. Bu şekilde kendisini taşıyabilecek bir hafıza oranı olmadığından bir cigabaytlık hafıza o on cigabaytlık yük için yok hükmündedir. Mantığında devasallığı bir şeylere karşı zerre hükmünde olduğu için,
"MANTIK DIŞI" deyiminin hangi anlamda kullanıldığına dikkat etmek gerekir. Ya zerrelik anlamında olur. Yada devasallık anlamında olur. Mantık, kendini o şeye karşı hangi tanımla ele aldığına dair farkındalık içinde olmalıdır. Bir pire bir fil'in vücudu üzerinde görüş alanı itibarı ile, fil'in tamamını mantığına sığdıramaz. Zıplayıp uzaktan bakınca belki bir şeyler edinir. Bizim dünya içinde dünyayı değilde, uzaktan diğer gezegenleri bütütünsel olarak görebildiğimiz gibi..
BİZLER KAİNATA KARŞI BİRER ZERREYİZ. ATOMLAR DA BİZE KARŞI BİRER ZERREDİRLER.
Önem olarak dereceleri aynıdir.
BU GERÇEKLİKLER BİZLERE BİLMEDİKLERİMİZİ DE BİLDİRİRLER.
Kainatın neye karşı zerre olduğunu ve, atomun neye karşı devasa olduğunu bilmediğimizi bildirmiş oluyorlar.
Atom parçalandığına göre, parçanında parçalanması olabilir. En nihayetinde parçalanmayan sadece ruh olabilir. Bu açıdan, "yoktan var etme" sözü, aslında "ruhtan var etme" olarak anlaşılabilir. Somut varlığa dönüşen soyut ruh, somut varlığa dönüşmekle somut varlık için soyut olarak artık "yok" hükmünde kaldığı için, somut varlığın lisanı ile "yoktan var etme" deyimi ortaya çıkmaktadır. Bu deyim, soyut ile somut alemler arası lisanlarda doğru bir çeviri olmuş oluyor. Yani soyut aleme göre "var" olana, somutça "yok" denilmektedir. Çeviri, somut mantığın kapsama alanının dışında kaldığı için, var'a yok denilir. Somutun var'ı somutça şahitliktir. Soyut'un var'ına teknolojik örneklerle somutça şahitlik elde ediyoruz.
Bu şekilde soyut varlıklara, yine soyut olan kanaat ile 'var' diyebiliyoruz. Mantık ile değil yani. KANAAT, MANTIK MESAFESİNİN DIŞINDAKİ ALAN DEMEKTİR. bilim/mantık, bilinmeyenin/kanaatin içinde gelişiyor. Kanaat, bilimin ham maddesi olarak bilimin daima bir adım önündedir. Yani bilinmeyen kanaat, bilindikçe bilim gelişimi oluryor. Aynen bir çekirdeğin topraktan beslendiği gibi, bilim kanaaten beslenir.
Bu şekilde yine var ve yok konusuna dönersek, örnek olarak; helva var olduğu için şeker-un ve yağ artık beyan olarak yoktur. Helva, bu beyanı olmaylardan var edilmiştir. Yani açıklanması olmayandan. Başka bir deyişle yoktan... bu deyiş ne zamana kadar geçerli? Nelerden yapıldığına şahit olana kadar. Yani bilinmeyen bilinen oluncaya kadar.
Atomların herhangi bir şeyi oluşturma kabiliyetleri onların, mantık dışındaki gaipte olan bir ruh'tan ibaret olduklarına kanaat çekmektedir.
NOT: sayın okur, görüldüğü gibi gelişen teknoloji, hakikatleri örten değil, hakikatleri daha iyi anlamamızı ve daha anlaşılır anlatmamızı sağlayan olmaktadır.
Bu şekilde teknolojik gelişim, sadece bilimsel bir gelişim değil, aynı zamanda ilmi gelişimide kapsamaktadır.
Belkide teknojik gelişimdeki asıl sırrı amaç budur. Yani hakikatin örneklerine şahit olabilmek içindir...
Çünkü mesele sadece yaşayabilmek olsaydı, teknolojisiz yaşayabilen nice canlılar vardır. Teknolojiyi kaldırsak, insan yaşamı durmaz fakat şekil değiştirir.
Bilimsel gelişim bizi zamanla ilmi hakikate doğru götürmektedir. Çünkü zaman ile doğru, civata ile somun misali birbiri ile uyumlu bir bütünün iki parçası gibidirler. Hakikatler elmas gibidirler. Zaman, yanlışları çürütüp doğruları ortaya çıkarır.
Teknoloji yardımıyla ruh ile can üzerine yazılan bu tezi de, zamana sunuyoruz. Doğrusunu ve yanlışını zaman ayıklayacaktır.