Tarih: 26.03.2025 09:04

KUVVETLER AYRILIĞI VE DENETİM ÜZERİNE – (AYRICALIK ÜZERİNE 6)

Facebook Twitter Linked-in

1789 Fransız Devrimi’nden sonra yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin 16. maddesi bu düşünceyi kabul ediyor ve kuvvetler ayrılığı tesis edilmemiş bir devlette temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınamayacağını açıkça belirtiyordu.

Kuvvetler ayrılığı inşa edilmediği sürece kimin, hangi temel hak ve özgürlüğünün, hangi nedenle, ne zaman ihlal edileceğinin bilinmesinin olanağı yoktur. Devlet iktidarlarının bir elde toplanması belirli bir kesim için ayrıcalık ve toplumun önemli bir kesimi için mağduriyet yaratır.

Kuvvetler ayrılığı deyince akla Montesquieu geliyor.

Montesquieu bu teorisini insan doğasının kötülüğü üzerine dayandırıyor.

Diyor ki insan doğası kötüdür; ona iktidar verirseniz eninde sonunda bu iktidarı kendi çıkarına kullanır.

Bunu önlemenin tek yolu bir iktidarı başka bir iktidarla sınırlamaktır.

Bir insan çok iyi, dürüst, akıllı, adaletli, hakkaniyetli, hayırsever, diğerkâm, özverili vs. olabilir, ama bu temel kuralı değiştirmez: İnsana güç verildiğinde doğasının kötü olması nedeniyle elindeki iktidarı eninde sonunda kendi çıkarına kullanır.

1789 Fransız Devrimi’nden sonra yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin 16. maddesi bu düşünceyi kabul ediyor ve kuvvetler ayrılığı tesis edilmemiş bir devlette temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınamayacağını açıkça belirtiyordu.

Maddede devamla temel hak ve özgürlükleri güvence altına almamış bir devlette anayasa olamayacağı söyleniyordu.

Anayasa hukukunda bu nedenle “anayasalı devlet” ile “anayasal devlet” ayrımı yapılır: Yetkili organ tarafından yapılmış bir anayasa o devleti anayasalı devlet yapsa da anayasal devlet yapmaz.

Anayasal devlet olabilmek için kuvvetler ayrılığının tesis edilmesi ve bu sayede temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması gerekir.

Daha önceki yazılarımda 2017 Anayasa değişiklikleri ile kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliğinin tercih edildiğini belirtmiştim.

Bu tespitten yola çıkıldığında bugün yaşanan olaylara şaşırmamak gerekiyor.

Kuvvetler ayrılığı ilkesine “denetim” yetkisinin gelişimi üzerinden bakıldığında belirgin sonuçlar tespit etmek mümkün.

Yazıyı sınırlamak için sadece “meclis soruşturması” mekanizmasının gelişimine bakalım.

Soruşturma mekanizması ilk defa 1876 Anayasasında düzenlendi.

Osmanlı Devleti döneminde her milletvekili Meclis soruşturması isteyebiliyordu.

Bu dönemde üç soruşturma önergesi işlem gördü ve Meclis-i Mebusan yargılama izni verdi; ancak Anayasanın yargılamanın yapılması için Padişahın onayını zorunlu kılmış olması nedeniyle herhangi bir yargılama yapılamadı.

Soruşturma mekanizması Cumhuriyet tarihimizde ilk defa Cebelibereket Milletvekili eski Denizcilik Bakanı İhsan Eryavuz hakkında verildi.

Başbakan İsmet İnönü kendi bakanı hakkında önerge verdi; Meclis, bakanı suçlu bularak Yüce Divan’a sevk etti ve Yüce Divan ilk defa yargılama yaparak mahkûmiyet kararı verdi.

Bu dönemde tek bir milletvekilinin imzasıyla soruşturma önergesi verilebiliyordu.

Bu da yeterli görülmedi; İçtüzükte değişiklik yapıldı; Bakanlar hakkında savcılıklar tarafından soruşturmalar yürütüldüğü dikkate alınarak mahkemeler tarafından da soruşturma önergesi sunulmasına olanak tanındı.

AKP iktidara geldikten sonra kendi bakanları için Meclis soruşturması komisyonu kurulmasına sadece bir kez izin verdi: 2015 yılında kamuoyunda da geniş yankı bulan olaylar üzerine dört bakanla ilgili bir soruşturma komisyonu kuruldu ancak Yüce Divan’a sevk kararı verilmedi.

Kuşkusuz bu durum görevleriyle ilgili suç işleyen bakanların yargılanma ihtimalini artırdı.

(Bu durum o dönemlerde yolsuzluklarla mücadelenin ne kadar etkin olduğunun da kanıtıdır.)

1961 Anayasası döneminde bu uygulama sürdürüldü ve meclis soruşturması TBMM Birleşik toplantılarında yapılan en önemli iş haline geldi.

1970’li yıllardan sonra yaşanan siyasal krizler nedeniyle Meclislerin toplanamaması, yıllar içinde önergelerin birikmesiyle sonuçlandı ve 1972-1980 yılları arasında 280 soruşturma önergesi görüşülmeden 1982 Anayasası sonrasına kaldı.

1982 Anayasası döneminde bu birikme dikkate alınarak iki önlem getirildi: (1) Soruşturma önergesi verebilmek için üye tamsayısının 1/10’unun imzası zorunlu kılındı. (2) 1984 yılında alınan genel bir kararla geçmiş dönemden kalan soruşturma önergeleri işlemden kaldırıldı.

Böylece artık her milletvekili önerge veremeyecek; önerge verebilmek için en az 40 milletvekili bir araya gelecek ve böylece gelişigüzel verilen önergeler nedeniyle Meclis gündeminin tıkanmasının önüne geçilecekti.

Bu dönemde, tek parti iktidarına rağmen mekanizma ANAP tarafından işletildi.

1985 yılında Başbakan Özal’ın isteğiyle İsmail Özdağlar Yüce Divana gönderildi ve orada mahkûm edildi.

2000’li yılların başlarına kadar Yüce Divana sevk kararı verilmese bile çok sayıda soruşturma komisyonu kuruldu.

AKP iktidarı ilk başlarda soruşturma mekanizmasına çok sıcak baktı: 2002-2007 arası ilk dönemde 40 yıllık 1961-2002 döneminde görüşülen toplam önerge sayısına yaklaşıldı; çok sayıda bakan ve bir başbakan Yüce Divan’a gönderildi.

Ama bu tespit AKP’nin yolsuzluklara karşı olduğu sonucunu üretmeye elverişli değildi.

Aslında bu tespit AKP’nin yolsuzluklar karşısındaki genel eğilimini de ortaya koymaktaydı.

AKP kendi döneminden önceki bakanların yargılanmasını büyük bir başarıyla sağladı ama kendi dönemindeki bakanların hiçbirinin yargılanmasına izin vermedi.

AKP iktidara geldikten sonra kendi bakanları için Meclis soruşturması komisyonu kurulmasına sadece bir kez izin verdi: 2015 yılında kamuoyunda da geniş yankı bulan olaylar üzerine dört bakanla ilgili bir soruşturma komisyonu kuruldu ancak Yüce Divan’a sevk kararı verilmedi.

Dolayısıyla bugüne kadar hiçbir AKP’li bakanın Yüce Divan’da yargılanmasına izin verilmedi.

Dahası var…

2017 Anayasa değişikliğinden sonra bakanların Yüce Divan’da yargılanmaları olanaksıza yakın hale getirildi: Osmanlı döneminden 1982 Anayasası dönemine kadar tek bir milletvekilinin imzasıyla soruşturma önergesi verilebilirken bu sayı 1982 Anayasasıyla üye tamsayısının onda birine (40 milletvekili), 2017 değişikliğiyle üye tamsayısının salt çoğunluğuna (300 milletvekili) çıkarıldı.

1’den 40’a; 40’tan 300’e…

Eskiden soruşturma komisyonu kurabilmek için basit çoğunluk yeterliyken bu sayı 2017 değişikliğiyle üye tamsayısının beşte üçüne, yani 360 milletvekiline çıkarıldı.

1982 Anayasasında Yüce Divana sevk için üye tamsayısının salt çoğunluğu yeterliyken, 2017 değişikliğiyle bu sayı üye tamsayısının üçte ikisine, yani 400 milletvekiline çıkarıldı.

400 milletvekili Anayasayı referanduma gitmeksizin değiştirebilecek bir çoğunluktur.

Yani yeni sistemde bir bakanın göreviyle ilgili olarak işlediği iddia edilen bir suçtan dolayı Yüce Divan’a sevk edilebilmesi ancak muhalefetin anayasayı değiştirecek güce ulaşması halinde mümkündür.

Bakanların görevleriyle ilgili olmayan suçlar bakımından yasama dokunulmazlığına sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda 2017 Anayasa değişikliğiyle bakanların bir koruma zırhı içine alındıkları görülebilir.

Bu tür bir sonucu hukuk devleti ile bağdaştırmanın olanağı yoktur.

Herkesin ortak yararına olan şey gerçek bir kuvvetler ayrılığının inşası yoluyla temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmasıdır. Demokratik hukuk devleti olabilmek için sabah kapı çaldığında gelenin sütçü olduğundan herkesin emin olması gerekir.

Bu arada 2017 Anayasa değişikliğinden sonra çeşitli bakanlarla ilgili çeşitli iddialar dile getirildi ve bunlarla ilgili herhangi bir soruşturma önergesi verilmedi.

Kimi zaman muhalefet partisi milletvekilleri bu yüzden suçlandı.

Ama bu konudaki bir suçlamalar haklı sayılmazdı, çünkü muhalefet milletvekilleri soruşturma önergesi verebilecek 300 milletvekili sayısına hiçbir zaman ulaşmadılar.

Dolayısıyla bu dönemde soruşturma önergesi verilmemiş olması muhalefet partilerinin ihmallerinden değil, 2017 Anayasa değişikliği sonrası getirilen düzenlemelerden kaynaklandı.

Kaldı ki önerge verilebilse bile komisyon kurulması ve Yüce Divana sevk kararı verilmesi olanaksız denebilecek kadar güçtü.

Bu durumda 23 yıllık dönemdeki uygulamadan hareketle iki sonuç üretmek mümkündür:

(1) Başkalarını yargıla,

(2) Başkalarının seni yargılamasına asla izin verme.

TBMM’nin soruşturma mekanizması bakımından yaşadığı dönüşüme ilişkin bu özet, bugün belediyelerde yaşanan olayları da açıklamaktadır.

Bakanlık ve Meclis Başkanlığı yapmış Bülent Arınç’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilgili “parsel parsel sattınız” sözleri herhangi bir soruşturma ile sonuçlanmazken, bir gizli tanığın sözlerinin 15 milyonluk bir kentin belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nu yargılanmasını sağlaması yukarıda açıklanan genel eğilimle açıklanabilir.

Devlet iktidarlarının birbirlerini frenleyip dengelemeleri yerine güç birliği yapmalarının doğal sonucu temel hak ve özgürlüklerin koruma kalkanını kaybetmeleridir.

Temel hak ve özgürlüklerin korunması için etkin bir kuvvetler ayrılığı inşa etmekten başka çare yoktur.

Kuvvetler ayrılığı inşa edilmediği sürece kimin, hangi temel hak ve özgürlüğünün, hangi nedenle, ne zaman ihlal edileceğinin bilinmesinin olanağı yoktur.

Devlet iktidarlarının bir elde toplanması belirli bir kesim için ayrıcalık ve toplumun önemli bir kesimi için mağduriyet yaratır.

Bu tür bir güvensizlik ya da adaletsizlik ortamında gece uyumak sadece mağdurlar için değil herkes için güçtür.

Dolayısıyla herkesin ortak yararına olan şey gerçek bir kuvvetler ayrılığının inşası yoluyla temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmasıdır.

Demokratik hukuk devleti olabilmek için sabah kapı çaldığında gelenin sütçü olduğundan herkesin emin olması gerekir.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —