İnsanlık tarihinde;
İlk ırkçı kimdir?
Yâda ilk ırkçılığı kim yapmıştır?
Veya ırkçılığı insanlığa kim miras bırakmıştır?
Diye sorsam;
Cevabınız ne olur bilmem ama
Sorduğum soruya kendim cevap vereyim:
İlk ırkçı iblistir.
Yani ŞEYTANDIR.
Allah Âdem’e secde etmesini emrettiğinde
İtiraz etti. ’’Ben ondan hayırlıyım. Çünkü
Beni ateşten yarattın onu ise çamurdan.’’
Deyip, kökenine atıfla üstünlük tasladı.
İblis ’in ‘köken’ üzerinden ürettiği bu kibir,
Sonradan ne yazık ki bu hatalık insana da bulaştı.
Bu bir bulaşıcı hastalıktır, psikolojik bir hastalıktır, bir cahiliye hastalığıdır. Bu hastalığın virüsü toplum bünyesine bulaştı mı o toplumdan birlik beraberlik ve huzur beklenemez. Çünkü toplum istemese de çatışmalı bir zemine kayar bir daha toparlayamaz ve ayağa kalkamaz. Çünkü bu virüs toplumun bünyesini kemirir ve toplumu bitirir.
Nitekim insanlık tarihi, bir anlamda ırkçı çatışmaların da tarihi.
Sadece son iki yüz yılda milliyetçilik/ırkçılık hastalığının sebep olduğu savaş ve çatışmalarda on milyonlarca insan hayatını kayıp etmiştir.
Dahası aynı ırkçılık sendromuyla, İslam dünyası parçalandı. Yetmedi, her parça kendi içinde iç çatışmalara sürüklendi. Türkiye de bundan epey payını aldı. Bu günlerde çektiği büyük sancılar bunun sonucu.
Şeytanda sonra bu ırkçılık Misyonu ’nu, Siyonist Yahudiler üstlendiler.
Siyonist Yahudiler bütün kötülüklerin başını çektikleri gibi ırkçılığın de başını çekerek insanlığın felaketine sebep oldular, oluyorlar ve olacaklar. Bu insanlığın baş belası ve düşmanı Yahudi ırkçılığın en bariz çıkmazlardan biri:
‘’Yahudiler bütün ırklardan üstündür, Diğer milletlerin tohumu hayvan tohumudur, Yahudiler üstün ırktır ve Yahudilere ait olanları dünyanın diğer milletler tarafından gasp edilmiştir. Vb.’’ sapık inançlarıdır.
Kendilerinin üstün ırk olduğu düşüncesinin yanı sıra, diğer bütün milletlere karşı kin, nefret ve intikam hislerini de Yahudi dinine sokarak, sayısız katliam ve vahşet sergilemişler.
Bu girişten sonra toplumların yapısı kemiren bu ırkçılık virüsünü ve iletini yakında tanımaya çalışalım.
Irk: Aralarında kan bağı bulunan, aynı soydan gelen büyük insan toplulukları ırk kelimesiyle ifade edilmekle beraber aynı anlamda veya daha az içerikte olmak üzere nesil, nesep, zürriyet, soy, sülâle gibi başka kelimeler de bulunmaktadır.
Irk kavramı hem sosyal bilimlerin hem de doğa bilimlerinin kullandığı bir kavramdır. Kavramı siyasetten biyolojiye, antropolojiden genetiğe kadar çeşitli alanlarda görmek mümkündür.
Dolayısıyla kavram farklı bağlamlarda gelişen anlamlara sahiptir. Belli bir ırkın üstünlüğü inancı üzerine inşa edilen ırkçılık birçok sosyal sorunun kaynağını oluşturmaktadır..
Irkçılar; genel olarak, çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların, kültürel veya bireysel sorunları da belirlediğine ve doğal nedenlerle bir ırkın, çoğunlukla da kendi ırklarının, diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerin üstünde egemenlik hakkı olduğuna, kendi değerlerinin diğer bütün değerlerden üstün olduğuna inanırlar.
Cahiliye döneminde modern anlamdakine benzer bir ırkçılık düşüncesi ve bunu ifade eden kavramlar bulunmamakla birlikte genellikle asabiyet kelimesiyle ifade edilen güçlü bir kabilecilik yani cahiliye hastalığı ruhu hâkimdi.
Eski Mısır, Yunan ve Roma dinleriyle Hinduizm, Şintoizm, Jainizm, Taoizm, Konfüçüanizm, Zerdüştîlik, Mecusilik, Yahudilik gibi millî dinler bir milletin veya ırkın dini olarak ortaya çıkmış olup sadece o milletin Tanrı veya tanrılarla münasebetini düzenler ve kurtuluşunu amaçlar.
Ancak bunlardan Yahudilik dışında kalanlar, belli bir ırkın üstünlüğüne ve diğer ırklar üzerindeki emellerine vurgu yapmaz.
Irk ayırımı bakımından en ilgi çekici din Yahudiliktir. Yahudi teolojisi İsrail Oğullarını seçilmiş ırk olarak görür.
Yahudilikteki bu ayırımcı anlayışın temeli Hz. Nuh’un oğullarına kadar götürülür.
Muharref (değiştirilmiş) Tevrat’a göre ırklar tufandan sonra Nuh’un Sam, Ham ve Yâfes adlı üç oğlundan türemiştir (Tekvîn, 5/32; 9/18; 10/32).
Ham babasına karşı bir saygısızlığından dolayı onun lânetine uğradığı için soyundan gelenler de Sam ile Yâfes’in nesline köle olmaya mahkûm edilmiş (Tekvîn, 9/19-27)
Böylece ırklar arasında kalıtımla geçen derece farkları ortaya çıkmıştır. Bu derecelenmede en üstün, hatta tek üstün yer Sam’ın soyundan geldiğine inanılan Yahudilere tahsis edilmiştir.
Buna göre, “Rab yer üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak kendisine has bir kavim olmak üzere” İsrail Oğullarını seçmiş (Tesniye, 14/12),
Bu suretle onlar “Allah’ın kavmi” olmuşlardır (Levililer, 26/12; Çıkış, 19/5-6).
Tevrat’ta buna dair şöyle denilmektedir:
“Ve onlardan nefret ettim. Fakat size dedim: Siz onların topraklarını miras alacaksınız... Ve bana mukaddes olacaksınız...” (Levililer, 20/24-26).
“İşte şimdi bildim ki bütün dünyada Allah yoktur, ancak İsrail’de vardır” (II. Krallar, 5/20).
Muharref (değiştirilmiş) Tevrat’a göre Yahudiler bu üstünlükleri dolayısıyla diğer milletleri idare etme hakkına sahiptir.
“Bütün göklerin altında olan kavimler üzerine bugün senin dehşetini ve korkunu koymaya çalışacağım, onlar senin haberini işitecekler ve senin yüzünden titreyip kıvranacaklar” (Tesniye, 2/25).
Hıristiyanlığa gelince; Modern anlamda ırkçı düşünce ve uygulamalar ilk olarak Hıristiyan toplumlarda ortaya çıkmış olup günümüzde Batı’da hâlâ farklı ırkların kiliselerinin de ayrı olduğu gözlenmektedir.
Tarih boyunca Batı kolonyalizmi ve kapitalizminin gelişme aşamalarına bağlı olarak ırkçılık da farklı tezahürlerde gelişmiştir.
İlk aşamada Amerika ve Karayipler’in yerli sakinleri olan Kızılderililer sömürgecilerin apaçık talan ve soykırımına maruz kaldılar;
Irkçı teoriler de bu dönemde ortaya çıkmaya başladı. Sömürgeciler, buralarda yaptıkları baskı ve zulümleri izah için ırkçılığı bir araç gibi kullandılar.
Nitekim ilk olarak 1550 yılında İspanyol ilâhiyatçı Gaines de Sepulveda Kızılderililerin aşağılık bir ırk olduğunu ve bunların beyazlara hizmet etmek üzere yaratıldıklarını ileri sürdü.
Bu teori Amerika’da uzun yıllar propaganda edilmiştir.
Amerika ve Karayipler’de köleler “hayvan sürüsü” olarak adlandırılıyordu. Siyahlar beyazlara özgü hiçbir şeyi taklit edemezlerdi.
Tarihi süreç içinde siyahlar da insan sayılmakla birlikte üstün ırka mensup olan beyazlara kıyasla aşağı ırkı oluşturuyorlardı.
Batı da başlangıçta faşizm ile ırkçılık arasında birebir ilişki söz konusu değilse de bugün çeşitli Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan “yeni faşizm” hareketlerinin hepsi ırkçılığı vazgeçilmez bir ilke olarak ideolojilerine katmıştır.
Avrupa’da bu tür grupların üzerinde birleştikleri en önemli konu yabancı düşmanlığıdır.
Eski Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Bosna-Hersek’te ve Kosova’da Müslüman Boşnaklarla Arnavutları hedef alan etnik arındırma eyleminin de temelinde ırkçılık yatmaktadır.
İslam dinine gelince; İslâm dini insanların farklı ırklardan geldiğini kabul etmekle beraber bunun onlar arasındaki ilişkilerde belirleyici rol oynamasını reddeder.
Bu bakış açısı teorik alana hâkim olduğu gibi ondan hareketle gerçekleşen sosyal ve hukukî düzenlemelere de yansımıştır.
Teorik ve felsefî olarak İslâm’ın insan kavramında ırka dayalı bir üstünlük kabul edilmezken fıkıhta insanlar arası ilişkiler bağlamında da ırkın belirleyici bir yeri yoktur.
Muhtelif ırkların varlığı Allah’ın kudret ve ilminin bir işareti olarak yorumlanmış olup bu yorum, ırklar arasında kurulması öngörülen barışçı ve eşitlikçi düzenin inanca dayalı ahlâkî temelini oluşturur.
Kur’ân-ı Kerim’deki prensipler Hz. Peygamber’in ve onun ashabının hayatında somut ifadesini bulmuştur.
Bu açıdan İslâm dini kendinden önceki bazı din ve kültürlerde bulunan ırkçı veya kast sistemine dayalı anlayışlarla mukayese edildiğinde inkılâpçı bir tutum sergilemiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in mesajı evrenseldir; Kur’an, ırk ayırımı gözetmeksizin yeryüzünde “halife” olarak yaratıldığını bildirdiği her insanı dünya ve ahret saadetine çağırır.
Dil ve renk ayrılığı ile sosyal farklılaşma bir problem değil Allah’ın rahmetinin eseri olan bir nimet ve O’nun ilim ve kudretini ortaya koyan bir alâmettir.
Allah ırk ve benzeri özelliklere bakmaksızın insanları inanç ve davranışlarının değerine göre eşit bir şekilde mükâfatlandıracak veya cezalandıracaktır (el-Kehf 18/30).
Cahiliye döneminde Mekke aristokratları sosyal hayatta sahip oldukları yüksek statünün dinî alanda da korunmasını istiyor, ancak bu şartla İslâm dinini benimseyeceklerini, aksi takdirde Habbâb b. Eret, Bilal ve Ammâr b. Yâsir gibi aşağı sınıftan gördükleri kimselerle aynı mekânda bulunmayı kabul edemeyeceklerini söylüyorlardı.
Fakat Kur’an, manevi ve ahlâkî değer ölçülerine vurgu yapan ifadelerle böyle bir dinî kast sistemini reddetmiş ve eşitliği temel prensip olarak ilân etmiştir (el-Kehf 18/28).
Kur’ân-ı Kerîm’in ortaya koyduğu ilkeler bakımından insanlar arasında renk, cinsiyet ve coğrafya farklılığı gibi fiziksel sebeplere bağlı bir değer hiyerarşisinden söz edilemez;
Sadece takvaya bağlı olarak ruhlar arasında derece farkı olabilir. Ancak bu türden bir fazilet de sosyoekonomik ilişkilerde üstünlük getirmez; takvanın mükâfatı ahrettedir.
Hucurât süresinin 11-12. ayetleri, Müslümanlar arasında her türlü bölücü ve aşağılayıcı tavrı fasıllık olarak nitelemekte, bu cümleden olarak ırkçılığı da yasaklamaktadır.
Buna karşılık aynı surede inanç ve değer birliğine dayalı kardeşliğin insanlar arasındaki ilişkinin mahiyetini belirlemesini emretmektedir.
Esasen insanların hepsi Âdem’in çocuklarıdır, kâfirlerin şahısları değil inançları ve tutumları ret ve tahkir edilir.
Nitekim onlar bu inanç ve tutumlarını bıraktıkları anda Müslümanlarla aynı değeri ve onuru paylaşırlar.
Müslüman bir kişinin ırkdaşları bir yana aynı inançları taşımayan aile üyeleriyle bile dostluk ilişkisi ortadan kalkar (et-Tevbe 9/23).
Kur’ân-ı Kerim bakımdan sıla-i rahmi teşvik etmiş, soyları ile bağlantıyı koparanları yermiştir, ancak soy ile övünmeyi de yasaklamıştır.
Sosyal yapıdaki bu köklü değişimin önemli bir göstergesi de sahabeler arasında muharebelerde müşrik akrabalarına karşı savaşanların bulunmasıdır.
Hz. Peygamber, insanlık ailesinin ayırımsız olarak beyazıyla siyahıyla hepsine gönderilmiş tek mürşididir. Resûlullah Veda hutbesinde,
“Ne Arap’ın Arap olmayana ne de Arap olmayanın Arap olana üstünlüğü vardır” derken de o zamana kadarki bütün ırkî üstünlük iddialarını temelinden yıkmayı hedeflemiştir.
Irkçılıkla ilgili hadislerin en anlamlılarından biri de Resûlullah’ın yine Vedâ hutbesindeki şu ifadeleridir:
“Ey insanlar! Sizin rabbiniz birdir. Babanız da birdir... Haberiniz olsun ki takva dışında hiçbir Arap’ın Arap olmayana, hiçbir Arap olmayanın da bir Arap’a, hiçbir siyahînin beyaza, hiçbir beyazın da siyaha karşı bir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz ki ilâhî huzurda en değerliniz en muttaki olanınızdır...” (Müsned, V, 411).
Ayrıca şu hadiste dikkat çekıcı;
“Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir:"
1. “Kaderiye" (‘kişi kendi fiilinin yaratıcısıdır’ cümlesinde ifadesini bulan, kaderi inkâr davası).
2. Unsuruyet davası(ırkçılık) ve
3. dinî meselelerde gevşeklik etmek.”
“Asabiyet davasına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dava uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir.”
“Kim hevasına uyarak batıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, cahiliye ölümü üzere ölür.”
Resûl-i Ekrem ırkçılığın bir topluluğu zayıflatıp sonunda dış saldırılara açık hale getireceği konusunda da uyarıda bulunmuştur.
Irkı ne olursa olsun hukuk karşısında bütün Müslümanlar eşittir.
Öreğin yönetici Habeşli bir köle bile olsa ona itaat etmek gerekir.
Nitekim Hz. Ömer’in, ölüm döşeğinde iken sahabelerden bir kısmının ona yerine birini tayin etmesini hatırlatması üzerine, yerine güvenerek bırakabileceğini söylediği iki kişiden birinin azatlı bir köle olması bir yandan hilâfetin Kureyş’e has olmadığına, öte yandan renk unsurunun yöneticiliğe hiçbir şekilde engel teşkil etmediğine delil olarak gösterilebilir.
Hz. Ömer’in kendisi cemaate namaz kıldırmaya gücü yetmeyince yerine imam olarak Abdullah b. Cüd‘ân’ın azatlı kölesi Suheyb b. Sinan’ı vekil tayin etmesi de ilgi çekicidir. Suheyb, ashabın önde gelenlerinin de bulunduğu cemaate imamlık yapmaya yeni halifenin seçilmesine kadar devam etmiştir.
Hâlbuki İslâm’dan önce Arapların, küçük yaşta Bizanslılarca esir edilip Rum kültürüyle yetiştirilen ve bu yüzden Suheyb-i Rûmî diye anılan azatlı bir köleye tâbi olmaları kesinlikle düşünülemezdi.
Daha sonraları yani Modern dönemde Müslümanlar arasında ortaya çıkan ırkçı veya ırkçılığı çağrıştıran akımlar gelişip güçlenmelerine yetecek fikrî, kültürel, siyasî ortam bulamadıklarından çökmeye veya marjinal sınırda kalmaya mahkûm olmuşlarsa da yine de Müslüman cemiyetleri etkilemiştir.
Bununla beraber her ne kadar kendi içlerinde ırkçılığı yenseler de Müslümanlar dıştan gelen ırkçı saldırılara maruz kalmışlardır.
Müslümanlara yönelik bu saldırılar arasında ilk dikkat çekeni Siyonizm ideolojisidir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Kasım 1975 tarihli kararında Siyonizm'in bir çeşit ırkçılık ve ırk ayırımı olduğunu tespit ve tescil etmiştir.
Öte yandan Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanların giderek artan bir şekilde yeniden güçlenen ırkçı saldırılara maruz kaldıkları gözlenmektedir.
Irkçılık problemiyle yeniden karşı karşıya gelen Batılılar için özellikle ırkçılık mağduru olanlar açısından, İslâm’ın sunduğu her ırka saygı duymakla birlikte manevi ve moral gelişmişliğin üstünde değer tanımayan eşitlikçi anlayış cazip bir alternatif oluşturmaktadır.
Özellikle Amerika’da yaşayan ve nesillerdir beyaz ırkçılığın kurbanı olan siyahlar için İslâm yeniden başkalarıyla eşit bir insan haline gelmenin en emin yolu olarak görünmektedir;
Çünkü Hıristiyanlık, Yahudilik ve Hinduizm gibi geleneksel dinlerin yanı sıra modern ideolojiler de globalleşen ve giderek birbiriyle daha sıkı ilişki içerisine girmek zorunda kalan farklı ırklara mensup insanlar arasındaki beşerî ilişkileri eşitçe düzenleyici kurallar ortaya koyamamaktadır.
Hâlbuki İslâmiyet, Cenabı hakkın, Kur’ân-ı Kerîm de çeşitli ayetlerde ve defaten ırkçılığı men etmesi ve yasaklanması, Hz. Peygamber’in de hadislerinde şüpheye yer bırakmayan açık beyanları ve Ashabın uygulamaları İnsanlık tarihinin Şahitliği ile her türlü ırkçılığı reddetmiştir.
Selam ve duayla
SEYİTHAN KAYA
9321,64%0,05
38,22% 0,07
44,08% 0,07
4281,04% 1,71
6792,06% 0,00
Ağrı
22.04.2025