- MİLLİ EĞİTİM ESKİ BAKANI PROF. DR. DİNÇER: “DEMOKRATİKLEŞME İÇİN SADECE SİYASAL SİSTEMİN DEĞİL İNSANLARIN DA DEMOKRASİYİ İÇSELLEŞTİRMESİ GEREKİR” DEDİ.
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi (AĞSEM) tarafından gerçekleştirilen ‘Otokrasiden Demokrasiye Yönetim ve Zihniyet’ konferansında konuşan Milli Eğitim eski Bakanı Prof. Dr. Ömer DİNÇER, demokratikleşme için sadece siyasal sistemin değil insanların da demokrasiyi içselleştirmesi gerektiğini belirtti.
AĞSEM tarafından Kariyer Günleri etkinlikleri kapsamında Nezehat Çeçen Konferans Salonunda düzenlenen Otokrasiden Demokrasiye Yönetim ve Zihniyet konferansına Milli Eğitim eski Bakanı Prof. Dr. Ömer DİNÇER, Rektör Prof. Dr. İrfan ASLAN, Vali vekili Ercan ATEŞ, Belediye Başkanı vekili Mustafa YAKUT, Ak Parti Ağrı Milletvekili Ekrem ÇELEBİ, Milli Eğitim Müdürü Fatih BAŞAK, Emniyet Müdürü Bayram ÇOŞKUN, Gençlik ve Spor İl Müdürü M. Şafi ERİM, Türkiye İş Kurumu İl Müdürü Abdullah GÖKÇELİ, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Otokrasiden Demokrasiye Yönetim ve Zihniyet konferansında konuşan Milli Eğitim eski Bakanı Prof. Dr. Ömer DİNÇER, salona gelmeden önce merkezi kampüsü gezdiğini ve Rektör Prof. Dr. İrfan ASLAN’ın yaptığı çalışmalara yakından şahit olduğunu söyledi. Kısa zamanda kurulan kampüste müthiş bir vizyona şahit olduğunu ifade eden Prof. Dr. DİNÇER, “Şunu söylemeliyim ki görevim gereği ülkemizdeki üniversitelerin büyük bölümünde konferanslar verdim. Ağrı’da böyle bir üniversite görmek gurur verici bir şey. Olağanüstü bir kampüsünüz var. Bu vizyona sahip yöneticilerinize ve emeği geçen herkese teşekkür ediyor, tebrik ediyorum” diye konuştu.
Öğrenciliği zamanında üniversite sayısının çok az olduğunu, İşletme Fakültesi’nin ise sadece iki tane olduğunu aktaran Prof. Dr. DİNÇER, “Öğrenciliğimizde profesör sayısı çok azdı ve bizim onları görme şansızım çok düşüktü. Hocaların olduğu katlara çıkıp dolaşmak veya görmek çok zordu. Hocalar, hem otorite hem de otoriterdiler. 1977’de bir vesile ile Kıbrıs’a gitmiştik. Dönerken uçakta yanıma Prof. Dr. Sabahattin ZAİM hoca oturdu. Bu benim için büyük bir onurdu. Ben ona uçakta vaktimizi değerlendirelim diye soru sordum. ‘Üçüncü sınıfa geçtim kendime bir gelecek çizeceğim, bana neyi tavsiye edersiniz?’ Belki bugün pek çoğunuzun bildiği ama o gün için benim gibi köyden gelmiş bir insan için ufuk açıcı şeyler söyledi. Bana üç şey söyledi. ‘Birincisi devlet memuru olmaktı. İkincisi piyasaya atılıp çalışmak ve üçüncüsü ise bütün bunların dışında o da akademisyen olmak bilimsel çalışma yapmaktı. Bunun için iki özelliğe sahip olman, dil bilmen ve yüksek lisans yapman lazım’ dedi. Ondan sonra öğretim üyesi olmaya karar verdim. O sürede yabancı dil çalıştım. Okul bittikten sonra öğretim üyesi oldum. Bu bahsettiğim çerçeve çok değişmiş değil. Belki bazıları biraz değişti. Ama yabancı dil ve çok çalışma konusundaki durum halen geçerliliğini korumaktadır. Geleceğe dair kararlı ve ısrarlı bir vizyona sahip olmanız lazım. İnsana gençliğini veren şey sadece bedeni tazelik değildir aynı zamanda ruh tazeliğidir. Ruh tazeliği ise sizin kendisine adayacağınız hedef, misyon veya vizyonla olur. Bu da kişinin kendisini ve zamanı aşmasıdır. Bunun için güncel şartların dışına çıkmak gerekiyor. Mutlaka gününüzü bireyselin üzerinde bir değerle anlamlandırmanız lazım. İnsanlar hafızaları ve hayalleri arasındaki an ile köprü kurarak geleceği oluştururlar. Öyle ise belirli bir fikri oluşturmak ve yaşadığınız ülkeye dair bir tasarım yapmak gibi bir durumla mükellefsiniz” diye konuştu.
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde uzun müddet toplumda halk için ama halka rağmen bir şeyler yapılmaya çalışıldığını belirten Prof. Dr. DİNÇER, şöyle konuştu:
“Cumhuriyet kurulurken toplumsal değişimi yapmaya çalışıyorlardı. Bunun için modern ülkelerde kurulan bürokrasi daha çok kamuya ait hizmetlerin yürütülmesini sağlarken biz de bir de toplumun dönüştürülmesi hedeflendi. O zaman kaçınılmaz bir şekilde otoriter ve merkezi yönetim oluşturmak zorundasınız. O süreçte otoriter bir yönetim tarzı oluşturuldu. Darbe dönemleri de merkezi yönetim ve otoriterliğin arttığı bir dönem oldu. Bu anlayışta 5 öğe ön plana çıkmaktadır. Birincisi, devlet merkezdedir. İkincisi, devletin yararı ve varlığı her şeyden önemlidir. Millet ve vatandaşlar devletin bekası için çalışırlar. Bakanlığını da yaptığım Milli Eğitim Bakanlığı, otoriter bir şekilde ve merkezden eğitimin nasıl olacağını belirler. Bir öğretmenin hangi konuları işleyeceği bellidir. Bu o kadar ayrıntısıyla belirtilmiştir ki öğretmenin inisiyatifte bulunma şansı yoktur. Bu anlayış her alanda kendini korumaktadır. 2003’de yönetime geldiğimizde Türkiye’nin yönetim paradigmalarının değişmesi üzerinde durmaya başladık. Çünkü siyasi ve kamu yönetim zihniyeti demokratikleşmeliydi. Bu doğrultuda önemli adımlar atıldı. Üçüncüsü, teşhis yönelimli değil çözüm yönelimli olması gerekir. Bunun için devlet ana merkez olmaktan çıkmalı, devlet ve vatandaş yeniden tanımlamalıdır. Devlet tüm vatandaşlarının sorunlarına çözüm üreten olmalı, akıl buyuran değil. Bunun için hazırlanan kamu yönetimi reformu, devletin otoriter olandan demokrat olana doğru dönüşmesi sürecidir. Burada vatandaşına güvenen, sözüne itimat eden bir devlet olmalı. Bir insanın fikri demokratik olmamışsa, birçok şeyi söylese dahi tam demokrat olmuş denemez. Sadece siyasal sistemin demokratikleşmesi yetmez, insanların da demokrasiyi içselleştirmesi gerekir. Otoriter bir zihniyet kendi halkını yaratır, demokratik bir zihniyet ise halkına hizmet eder.”
Konuşması sonrası yöneltilen soruları cevaplandıran Prof. DR. Ömer DİNÇER, dershanecilik ile ilgili bir soruya, “Aslında ben bu tip sorulara doğrudan cevap yerine, bir çerçeve çizdim. Eğer siz bütün ülkenizde son derece modern okul binaları yapsanız dersliklerde 24 öğrenci olsa, öğretim oranınız yüzde 100 olsa da eğitim paradigmasını değiştirmez iseniz bu sorunlardan kurtulamazsınız. İster dershaneyi koruyor yada kapatıyor olun fark etmez. Zamanı ve insanı aşkın bir bakış açısından bahsediyorum. Eğitim sisteminin paradigması farklı. Ülkede yapılan değişimlerin hepsi aynı derecede önemli olduğuna dayalı yanlış bir algı var. Eğitim sektörü, alıcısı çok olan bir sektördür. Medya organları, eğitimle ilgili haberleri ‘flaş’ başlıkları ile verirler. Halbuki herhangi bir toplumda yada örgütte üç hiyerarşik yapı vardır. En altta, program değişikliği vardır ve üç – beş aylık dönemi kapsar. Orta kademe, fonksiyonel faaliyetlerin yapıldığı bir yada iki yıllık faaliyetlerin planlandığı yerlerdir. En üst ise geleceğe yöneliktir ve 5 – 10 yıllık süreci kapsar. Bu kapsamda dershaneler bu ülkenin stratejik mevzularından biri değildir. Özellikle Türk eğitim sisteminin orta öğretiminin sorunlarına daha ayrıntılı bakılmalıdır. Başka ülkelerin orta öğretiminin nasıl yapıldığına, dünyanın orta öğretim sistemini nasıl çözdüğüne baktığınız zaman Türkiye’deki sorunu daha iyi göreceksiniz. O zamanda dershaneler mevzusunun siyasi bir sorun olmadığını göreceksiniz” diye konuştu.
Prof. Dr. İrfan ASLAN: “Üniversite olarak 2008’den beri çok sayıda değerli insanı buraya çağırarak sizlerle buluşturduk. Amacımız ülkemizin yetiştirdiği değerli işadamlarını, bürokratları ve çalışanları öğrencilerimizle buluşturarak tecrübelerini aktarmalarını sağlamak. Belki bir söz yada laf, insanlarda ufuk açabilir veya yol gösterici olur düşüncesiyle, olur ki bu üniversiteden çok iyi yetişmiş insanlar çıkar düşüncesiyle etkinliklerimizi sürdürüyoruz. Bundan sonra da bu tür etkinlikleri devam ettireceğiz” diye konuştu.