EMEL KAYMAK KESEN´İN KALEMİNDEN
Çok değerli Okuyucular;
Yazın yaşadığım güzellikleri sizinle paylaşmak istedim.
Yazı biraz uzun oldu ama geziye meraklı olanların sıkılacağını sanmıyorum.
Hepiniz sevgi ile kalın.
DOĞUBEYAZIT´A AİT GEZİ NOTLARIM;
Yaz sıcağı doğuda tam hissedilmese de,Temmuzun ve Temmuz sıcağının tam ortasında, oğlumla beraber,Erciş e geldik . Van gölü çevresinde yol alıyoruz.Gölün lacivet ağırlıklı mavi tonlarını bol bol gözlerimizle yudumluyor, sodalı olduğu söylenen suyunu da dilimizle test edip onaylıyoruz. Gölün etrafındaki sahilde, sarının her tonu mevcut .
Van Gogh´un yaşamla ölüm arasındaki çizgisi sayılan, ölmeden önce yaptığı, "Buğday Tarlasında Kargalar "adlı son eserinde ki sarı tarlalardan lacivert gökyüzüne doğru havalanan kargalara benzettim, Van gölünü ve etrafında ki sarı sahili ve de lacivert göle doğru uçan kargalarını. Göl kenarında sahil turu yapıp gölde yüzenleri de imrenerek seyrettikten sonra, Muradiye kavşağından döndük Muradiye ye ve şelalesine.
Patnos ta ,geziler düzenleyen acenta, mutlaka bu şelaleyi görmemizi salık verdi.Geçen yıllara nazaran suyun azaldığı söylense de suyu durdurmak zor. Şelalenin akıp gittiği suyun üstüne ,uzunlamasına tahtaların birbirine iğreti şekilde çakılarak inşa edilen, uzun köprüden, yürüdükçe, salıncak gibi sallanıyoruz. Her an aşağı düşme tehlikesi varmış gibi,Sırat köprüsünden geçer gibi geçiyoruz Suyun sert kayaları dövüp yoluna devam etmesi görülmeye değer bir doğa olayı. Çayın oluşturduğu derin bir vadi içerinde suyun 15-20 m. den akmasıyla şelale oluşmuş. Burada bir çay molası veriyoruz Çayımızı içtikten sonra Piknik yapanları ,halay çekenleri ve doğuda ,batıda ,kuzeyde, güneyde her yerde karşımıza çıkan japon turistleri orda bırakıp yolumuza devam ediyoruz.
Epey dağ, tepe tırmanıyoruz. Ancak ne Ağrı dağını görebiliyoruz ne de Doğubeyazıt a varabiliyoruz.Yolumuza sürekli jandarma çıkıyor .Jandarma ," Bu aralar bu yolun emniyetli olmadığını,Doğubeyazıt a neden Ağrı üzerinden gitmediğimizi "soruyor,ama ölmek var dönmek yok .Zira bu yoldan geri dönersek sanki buraları bir daha görmekten vazgeçeriz gibi geliyor bize . Yola tırmandıkça ,Temmuz sıcağı ,Aralık soğuğuna dönüyor. Yolların ıssızlığı mı ? Köylerin ıssızlığı mı ? Havanın gittikçe soğuması mı? Yoksa jandarmanın söyledikleri mi bilinmez insanın içini garip bir şekilde hüzün,kaybolmuşluk ve yalnızlık hissi kaplıyor .
Bu duygu ,içimizde yoğunlaştıkça, gittikçe daha çok üşüyoruz. Derken ve sonunda destanlarda, romanlarda yerini alan Türkiye´nin en yüksek dağı,o muhteşem Ağrı görünüyor. İçimizi sevinç kaplıyor. Üşümemiz,hüznümüz son buluyor. Yol boyunca hangi dönemeci dönerseniz dönün,hangi yöne giderseniz gidin, Ağrı dağı hep sizinle beraber.Aynı sırada yükselen küçük Ağrı da adeta büyüğü ile rekabet ediyor.
Küçük Ağrının eteklerinde ki "Buz Mağarasını" görebilecekmiyiz acaba?Ağrı dağının güney yönünden karşınızdaki yamaçlarda Nuh´un gemisinin izinin olduğu söylenen bölgeyi her yıl binlerce turist ziyaret ediyormuş. Dağcılar Ağrı dağına tırmanışa, Doğubeyazıt tan başlıyorlarmış. Dağın zirvesinde 4 mevsim boyunca erimediği söylenen kar; Ağrı dağının kardan tacı gibi duruyor. Dağın %35´lik bir kesimi Iğdır ilinde, kalan %65´lik kesimi ise Ağrı ili sınırları içerisinde kaldığından ,Iğdırlılarla Ağrılılar arasında dağın kendilerine ait olduğu konusunda sürekli çekişme varmış.
Nihayet Doğubeyazıt a varıyoruz.
Oğlum "İran sınırına kadar gidelim dönüşte Doğubeyazıt ı gezelim "diyor. Misafir olduğu için "Tamam öyle olsun "diyorum. İran sınırına devam ediyoruz Yoldan uzaktan yörenin en gözde eseri İshak paşa sarayı ufak bir tepenin üstüne yerleştirilmiş maket gibi duruyor. Sonradan yanına geldiğinizde,anlatıldığı ve yazıldığı kadar tepenin ne kadar görkemli ve sarp olduğunu ,sarayın da adeta kartal yuvasını andırdığını anlıyorsunuz.
Neyse Yaşar Kemal in romanına konu olan muhteşem Ağrı dağını daha yakından seyrede seyrede İran sınırına geliyoruz. Yetkililere, "İzmir den geliyoruz" deyince tampon bölgeye geçmemize ve gezmemize izin veriyorlar.Sınırda Humeyni nin fotoğrafı altında herkes gibi, bizde fotoğraf çektiyoruz.İran dan Türkiye ,Türkiye den İran a o kadar çok geçiş yapan İranlı var ki .Otobüsler arabalar dolusu İranlılar sürekli geçiş halinde .
Özellikle Nevruz bayramında neredeyse tüm İran halkı sanki Türkiye´ye geçiş yapıyor.Bu nedenle uçaklarda yer bulmanız bile zorlaşıyor. İran da yaşayan ve İranlı ile evli olan Türk doktoru bir dostumuz var. İran dan hafta sonu alışveriş yapmak için Van´a geldiklerini söylüyorlardı da inanmıyordum.Neyse şimdi inandım.
Baharda tekrar Doğubeyazıta geldiğim de beni sınırdan alıp İran´ı gezdirecekler . Sınır görevlileri, buraya yakın 1892 yılında düşen göktaşının 34 metre çapında 60 metre derinliğinde açmış olduğu meteor çukurunu ve Nuh´un gemisinin bulunduğu yeri gezmemizi salık veriyorlar ama gece olmadan dönmeyi düşündüğümüzden, buraları görmeyi başka bir zamana bırakıyoruz.Tekrar Doğubeyazıt a geliyoruz. Karnımız iyiden iyiye açıkıyor.
Doğubeyazıt ta, çok sayıda lokantalarda ,birbirinden uygun fiyatlarla ,lezzetli et yemeklerinin sunulduğunu okumuştum.Bölgenin ünlü abdigor köftesinin yapıldığı ve bir gazete tarafından lezzet durağı kabul edilen ,lokantaya gidiyoruz.Kıyma yerine dövülmüş etin kullanıldığı elma büyüklüğünde köfte, pilav üzerinde servis ediliyor güler yüzlerle beraber. Yemek faslından sonra en nihayet İshak paşa sarayını görmeye sıra geliyor ve başlıyoruz tekrar tırmanmaya.
Saray Doğubeyazıt ovasına bakan tepede kurulu.Sarayının yapılmasına 1685 yılında başlanmış 99 yılda yılda tamamlamış. Dede başlamış oğul ve torun bitirmiş. Saray,uzun bir zaman süreci içerisinde tamamlanması nedeni ile, bir çok farklı dönem özelliklerini ,(örneğin Türkistan, Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerini) bünyesinde barındırıyormuş. Topkapı Sarayıyla benzerlik gösteren İshak Paşa Sarayı, saraydan öte bir külliye imişdir.
İstanbul Topkapı Sarayı´ndan sonra son devirde yapılmış sarayların en ünlüsü imiş. Yaşar Kemal in Ağrı dağı efsanesinin mekanı bu saraymış.Zaten saraya girer girmez sanki masal dünyasına veya zaman tüneline giriyorsunuz .Bu duygularla romandaki Mahmut Han ın kızı Gülbahar a sevdalı Ahmet in kavalını duyabilirsiniz.
Masal ,dünyanın bittiği yerde başlarmış.Sarayın penceresinden Doğubeyazıt ovasını seyrederken, "Dünyanın bittiği yerdeyim " diyorsunuz.Ancak bu an da gerçek dünyanın da farkındasınız.Rüyadamısınız? Uyanıkmısınız? Yaşıyormusunuz?Belli değil.Bir çok yer gezdim, böyle bir duyguya ilk defa burada kapıldım.Masallarda yer ve zamana bağlılık yoktur ya, yer ve zaman yok oluyor sarayı baştan başa gezerken.Bir zamanlar burda yaşanmışlıkları hayal ediyorsunuz.Herşey tıpkı güzel masallarda ki ve güzel rüyalarda ki gibi olağanüstü görünüyor. Hayallerinizden bir an sıyrılıyorsunuz, saray canlı canlı duruyor .
Masal değil rüya değil,bu güzelliğe dokunabiliyorsunuz,görebiliyorsunuz. Oysa bu saray peri patişahının olmalı. İshak paşa sarayında çalışmalar halen sürüyor. 366 odalı sarayın duvarlarında o dönemde kaloriferi andıran merkezi ısıtma sistemi kurulmuş .
Pencereden Ağrı dağını görmeye çalışmamız boşuna imiş.Zira saray Ağrı Dağının görülmediği bir yere kurulmuş İshak Paşa Sarayı,zamanında Doğubeyazıt´ı dışardan gelen saldırılara karşı korunmaya elverişli bir şekilde inşa edilmiş.Asıl Doğubeyazıt bir zamanlar burada kurulu imiş.Sarayının yapımında kullanılan taşların da bölgenin sert iklimi dolayısı ile, yılın ancak bir iki ayında çalışılmak suretiyle taş ustaları tarafından yontulmuş olduğu ileri sürülüyor.
İshak Paşa Sarayı şu mimari bölümlerden meydana geliyor: Dış cephe,Birinci ve ikinci avlu,Zindan, Selamlık dairesi,Cami binası,Aşevi(Darüzziyafe),Hamam,Harem dairesi odaları,Fırın,Merasim ve eğlence salonu,kalorifer sistemiTakkapılar,Cephanelik ve erzak odaları,Türbe binası, Gözlerimi kapadığım zaman ,saraydan en etkilendiğim yerler ,dış kapının görgemi ve süslemeleri,ikinci avluya girişteki süslemeler ,içimi hüzün kaplatan harem odaları ve zindanları, kütüphanesi cami binası,kalorifer sistemi daha dün burada yemek pişiriliyormuş da bir yere gidilmiş sanısına kapıldığınız mutfağı, ile tüm saraydaki kabartma ve süslemeler diyebilirim. Her masalın sonunda uykuya dalınır, sonra bir uyanma vakti gelir.
Uyanma vakti geldi ve sarayı artık terkediyoruz. Sarayın bulunduğu yerin biraz yukarısında 17. yüzyılda yaşamış Hakkari li bilgin Ahmedi Hani nin türbesi varmış, Ama zaman darlığından ne yazık ki orayıda göremedik. Gene aşağıda ovanın ortasında vaha gibi yemyeşil ağaçlıklı alan "Keşişin Bahçesi" diye anılıyormuş.
Kerem ile Aslının aşkı bu bahçede başlamış. Doğubeyazıt ta alış veriş merkezleri ve pasajlar çoğunlukta . Ama ne yazık ki buraları da gezemedik. Çarşıda en etkilendiğim yer halı ve kilim mağazasıydı.El halısı ve kilim meraklısı olduğumdan, İzmir e göre o güzelim İran ipek kilimlerinin nerde ise yarı fiyatla satıldığını gördüm. Sonuç olarak söyleyeceğim Doğubeyazıt ta hem doğada hem tarihte gezilip ,yeni insanlarla tanışmanın ve misafirliğin tadı çıkarılabilir.Zira buraya gelen herkes misafir sayılıyor ve çok içten davranılıyor.
Küçük Ağrı dağının eteklerinde ki"Buz Mağarasını" ne yazık ki göremeden artık dönüş vaktimiz geldi. Daha 11 ay buralarda görev yapacağımdan ,bir dahaki sefere deyip,vedalaşıyoruz Doğubeyazıt la . Kalbim Ege ve Akdeniz den sonra, bu defa da, Doğu da mı kaldı ne?...
9357,24%-0,11
34,57% 0,26
36,28% 0,16
2993,61% 1,07
4956,37% 0,00
Ağrı
22.11.2024