Merhaba sevgili gönül dostları,
Bugün yazmaya niyet ettiğimiz konu değerlerimiz ve bizlerin bu değerler karşısında ne yazık ki günden güne artmakta olan bivefalığı olacaktır. Yakinen belirtmekte fayda gördüğümüz bu konuda neden sonuç ilişkisine dikkat çekerek, birlikte birçok noktaya değineceğiz.
Tabii bunları anlatırken de ahir zaman gençlerimizin birçok zaman ve mekânda düştüğü durum bizlere bu konuda kaynak olacaktır. Bu bakımdan yazdığımız notlardan ve gördüğümüz durumlardan yola çıkmak istersek açıkçası içler acısı bir durumda olduğumuzu paylaşmak sanırım sizleri de memnun etmeyecektir. Değerlerimiz dedik ve öyle devan edelim. Yetişmekte olan yeni neslimize bir sorumluluk aynasında bakmak istersek karşımıza çıkacak olan manzaranın hiç te hoş olmadığı açık aydın bellidir. Bugün birçok noktada kaybolan umutlarımız bazı noktalarda değerler ve örf, adetlerimizin giderek batılaşmaya doğru gitmesinden kaynaklanmaktadır. Aile içi muhabbetlerimize baktığımızda yine çok eksiğimizin olduğu, sevgi ve saygı denilen yüce kavramların artık bir soluk niteliğini taşıdığını, yerini ne yazık ki korkuya bıraktığı bir dönem içindeyiz. Gençlerimiz ve çocuklarımızın büyüklerinin sevgisinden mahrum, onların ise büyüklerine karşı duyacağı saygının kolayca yetişmediği bir durumdayız. Toplum içinde yetişen fertlerimizin gün geçtikçe birer birer toplumdan kopup, batılaşmış bir hayat tarzını benimsediği ve değerlerinden kopma noktasına bir kez daha gelindiği sanırım kolayca inkâr edilemez. Bu iş içinde tuhaf olan nedir, biliyor musunuz? Bu durumda günümüz ailelerin tepkisiz kalması. Hakikaten yazık, günah değil mi? Böyle olunca da ister istemez bazı durumlarda bu hal bizleri çaresiz bırakmıyor değil. Batıya özenti bir halde yaşamak elimizi kolumuzu bağlamakla kalmıyor, her şeyimizi bizden almanın hesaplarını yapıyor. Evlatlarımız elimizden kayıp gidiyor farkında değiliz. Uyan ey ecdadı Müslüman olanın hayırsız evladı! Bu gidişin nereye?
Artık bir ömrün son demine geldiysek te anlamalıyız ki ne çocuklarımız kolayca söz dinliyor, nede büyüklerimiz bu konuda üstüne düşeni hakkıyla yerine getirebiliyor. Peki ama neden? Ne oldu ki bizlere? Bakın ne güzel buyurmuş Arif Nihat ASYA;
“Bize bir nazar oldu. Cumamız Pazar oldu.
Ne olduysa hep azar azar oldu!
Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız.
Ne ruhça ne vücutça ne de kandan hastayız.
Avrupa’ya bir değil iki pencere açtık.
Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız.
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz.”
Dedik ya, gençlerimizin yanlışa sürüklendiği bir yaşayış mıntıkası içinde erkek kardeşlerimizin top sakal veya tek çizgi sakal şeklinde sakal bıraktığı, kızlarımızın ise birçoğunun başörtüsü takmadığı, takanların ise boyalı suretlerle bereket ve nurunu kaçırdığı, altına ise giydiği pantolonlarla tam bir batı hayranlığının yaşadığı bir dönem içindeyiz. Bunun yanı sıra böyle bir durumda Müslümanlığı en çok kendimizin bildiğini, hatta bu zaman da hacı, hocalarımızdan korkmamız gerektiğini savunduğumuz bir dönem içinde. Öyle ise yazıklar olsun bizlere. Söyleyin bu hacı, hocalardan korkun ibaresi batıdan gelen bir terim değil de neyin nesi? Günümüzde kendisini hacı yâda hoca olarak gösteren kişilerin bu ulvi makamlara ulaşmadığını, ancak ve ancak onların makamlarını lekelemekten başka işinin olmadığını bilmiyor muyuz? Eyvahlar olsun!
Toplum içinde çıkılmaz bir yol alırken, önümüzü göremez olmuşuz. Müslümanlığı bırakıp, batıyı medeniyetin beşiği saymışız. Yok Avrupa şöyle güzeldir, böyle avantajları var diye diye kendimizi kandırmaktan başka iş yapamamışız. Şu anki hali yüreğimizi parçalasa da bizde onlardan daha niceleri var. Hadi gelin samimi olalım. İlmin ufku olarak hangi birimiz Şam, Bağdat, Kerkük, İstanbul, Halep, Mekke, Medine, Kudüs’ü biliyor? Ne yazık ki bunları birer savaş meydanı, huzursuzluğun top yekün sürdüğü bir yer dışında tanımıyoruz. Çünkü araştırmıyoruz. Daha doğrusu tanmıyoruz. Bu kadar sorumsuzluk içinde yaşarken, bir yerden başlayıp özenti hayata heves eden gençlerimize dur dememek hiç mi vicdanımızı sızlatmıyor? Bakın yüce peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.s) şöyle buyurmaktadır,
”Kim başka bir millete(başka inançtan insanlara) benzemeye çalışırsa, oda onlardandır.” buyurmuştur. (Ebu Davud’dan rivayet edilmiştir.)
Açıkça görüldüğü gibi değil mi? Biz onlara özeniyoruz, onlar da bizleri bitirmenin hesabı içinde. Bir Müslüman olarak evvela rabbine sadık bir kul, peygamberine layık bir ümmet miyiz? Ecdadımız olan Ahmed-i Hani hazretlerine karşı nasıl bir sorumluluk içindeyiz? Bir bayram yada Cuma günü dışında hangi gün o zatı muhteremin dergâhına uğruyoruz? Yüce rabbimizin mukaddes kitabında ilk emir olarak, “İkra’ bismi rabbikellezi hâlak yani yaratan rabbinin adıyla oku.” değil midir? Peki ilk emir böyle iken, sorulacak ilk soru da “okudun mu?” olmaz mı?
Diğer taraftan Risale-i Nur Külliyatı’nın muhterem müellifi Said-i Nursi’yi ne kadar okuyor ve okuduğumuzu ne kadar anlayabiliyoruz? Bakın bu hepimizin eksiğidir. Muhakkak biz üstad Said-i Nursi’yi rahmetle anar iken o çok güzide sözünü bir kez daha tekrar edelim.
“Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin. (Birinci Söz)”
İşte burada gördüğümüz gibi üstadın da önce kendi nefsine hitap ettiğini görmek sanırım zihinlerimizde bir uyanışı nasip edecektir. Konu okumak ile devam ederken kendine hiç şöyle bir soru sorsak acaba cevabı ne olur? En son ne zaman kitap okuduğunuzu biliyor musunuz? Yada şöyle diyelim hayatınız boyunca hiç kitap okudunuz mu? Okul okuyan gençlerimizin bile kolayca kitap okumadığı, öğretmenlerinin verdiği ödevi ise internet sitelerinde arayıp, kolaya kaçan bir neslimizin yetişiyor olduğunu farkında mıyız? Bir kez değil, binlerce kez zikrini etmekten bıkmadığımız ama utandığımız toplumuzun yarını olabilecek gençlerimizi bu hali bizleri üzmüyor mu, peki uyarmak, onlara doğruyu bıkmadan usanmadan anlatmak bizim görevimiz değil midir? Yoksa bizler de mi müşrikler gibi hakikaten kaçıp, yüce rabbimize sırtını dönenlerdeniz? Yoksa bizler de mi peygamber efendimiz Hz Muhammed (s.a.s) ve ecdatlarımızın (Ahmed-i Hani, Feqiye Teyran, Said-i Nursi vs…) çağrılarına kulaklarımızı kapatmışız. Yoksa bizler de mi hakikatlere karşı gözlerimize perde indirmişiz? Heyhat!!! Attığımız adımların beyhude yollara gittiğni görüp ve halen de bunlardan vazgeçmemizin amacı nedir? Birçok Allah (c.c.) dostu dururken, hayatını hayatımız, saç şekli şeklimiz, giyimi giyimimiz ve hatta kullandığı sözlerin sözümüz olduğu ve resimlerini odamızın bir köşesinde eksiltmediğimiz bu sanatçıları, futbolcuları örnek almak, onlar gibi yaşamak neyin nesi? Biz bu kadar mı çaresiz ve aciz kaldık? Sorarım önce kendime sonra da sizlere? Bu yolun sonu nereye varacak, nereye kadar batıyı medeniyetin merkezi sayıp, onlardan medet umacağız?
Bu konu hakkında daha çok söze gerek duysak ta, sizleri daha fazla meşgul etmenin bir anlamı olmadığını düşünerek üniversite yıllarında yazmış olduğumuz “KALDI “ adlı naçizane bir şiirimizle sizlere veda ediyor, bir sonra ki yazımız da görüşmenin umudu, mutluluğu ve duasıyla selamlıyorum.
KALDI
Sözler eksilir dilimizden, gidenin ardından gözyaşlarımız kaldı.
Bu dünya zalim olanı bağışlar iken, geride zulümler bugüne kaldı
Feryatlar yürekte birikip çare olmaya yetmez iken;
Aşkı tatmayan gönüllerde ne yazık ki sahte sevgiler kaldı.
...
İnsanımız başını kaldırmaz ayıptan, dışta görürüz haramı
Dosta eşe selamdan kesilip, severiz İslam’dan uzak ayrımı
Sarılırız içkiye en güzel dost biliriz zehir kutusu sigarayı
Ardımızda halimize yanan zavallı anne ve babamız kaldı.
...
Sağlamaz yürekten her bir yoldan elleri kanlar aldı
Okul okumaya düşman olurken; gönlümüzde zevkler çoğaldı
İsim olmaz iken düzene mutluluk adına bu devirde ki yaşantımız
Silahlar çoğalırken mertlik, yiğitlik yine tarih sayfalarında kaldı.
...
Yaşamış olsak ta Müslümanlığı; Hıristiyanlar bizi bizden aldı
Örf adetlerimizi hiçe sayarak benliğimizi yüreğimizden çaldı
Avrupa yolunda çınlanırken bir saçma çığlığın sesi
Kulaklarımızda şarkı olup gençliği yakan müzikler kaldı
...
Mutluluğu bildik sadece bu dünya hayatında olunabileceğini
Umursamadık ahiret amelinde hesabımızı verebileceğimizi
Öldüğünü bittiğini sandık mübarek İslam düşmanlarının
Bugünlere kravatlı Nemrutlar, Ebu Cehiller kaldı
...
Sağlam söze dayanmaz oldu ibadetten yoksun Müslümanlığımız
Hayata tat vermez oldu güzellikten öte uzanan bayramlarımız
Yürekte yar olana aşk kaybolurken paraya, şöhrete bakar oldu sevdalarımız
Dünya güzelliğine aldanıp bir türlü uyanmayan aşklarımız kaldı.
Unutmayalım! Geçmişimizin tarihimizden, tarihimizin ise değerlerimizle kurulan bir köprüden olduğunu ve ecdatlarımızın da bu köprüden geçtiğini unutmamak gerekir. En samimi dualarla…
9031,82%-2,18
34,48% 0,06
36,46% 0,34
2948,17% 0,45
4929,17% 0,00
Ağrı
21.11.2024