Abdullah Çelik
Virüs olgusu, pandemiyi doya doya yaşadığımız bu günlerde belleğimizde en fazla yer işgal ederek ve sürekli kendini güncelleştirerek tüm zindeliği ve canlılığı ile varlığını sürdürüyor.
Sosyal izolasyon ile bedenimizi korumaya çalıştığımız bu tehdite karşı ruh dünyamızı ne kadar koruyabiliyoruz acaba? Ruhsal izolasyonun sağlanmadığı bir ortamda sosyal izolasyon tek başına yeterli olabilir mi? Amaçlanan savunma sistemimizin güçlü olması ise eğer; sürekli tıklayarak geri çağırdığımız virüs tehditi ile bunu başarabilir miyiz?
Oysaki unutmak zorundayız. Sürekli geri çağrımlarımız ne yaşadığımız anı keyiflendirir ne de geleceğimizi umutla şekillendirebilir. İhtiyacımız olan şey anti virüs programlarımızı devreye sokarak, zihnimizi şüphelerimizin esaretinden kurtarmak ve olumlu düşünceler ile beslemektir. Ne güzel ifade etmiş hekimlerin hekimi İbn-i Sina: “Şüphe hastalıkların yarısıdır, iyimser olmak olumlu düşünmek ise ilaçların yarısıdır. Sabır ise şifanın ilk adımıdır. “
Bir yastıkta kocamayı temenni etmesek de Corona ile birlikteliğimiz uzun soluklu olacakmış gibi gözüküyor. Bu yüzdendir ki özel ve kamusal ayrımı yapmaksızın her zeminde işgalini sürdüren bu davetsiz misafir ile birlikte yaşamayı, özgürlüklerimizi kısıtlamak pahasına da olsa, kabullenmek zorundayız. Artık ne sokakta dolaşırken ne de alışveriş yaparken ve dahası evimizde dinlenirken bile güvende olamayabileceğimizi unutmayalım. Daha yeni yayınlanan bir araştırmaya göre New York’ta Corona virüsüne yakalanan hastaların %84’ünün sosyal izolasyona uyup evden çıkmayanların olması şaşırtıcı değil mi?
Şu an için yapabileceğimiz tek şey olabildiğince uzaklaşmak adeta bir kovalamaca oynarcasına. Bazı özgürlüklerimizden vaz geçme ya da sınırlar koyabilme pahasına da olsa. Düşünsenize hapishaneden kaçan bir suçlunun yakalanmamak için sürekli gizlenerek yaşadığı hayat ne derece özgürlük veriri ona. Ya da özgürlük noktasında, saklanılarak geçirilen bir hayatı hapishane hayatından farklı kılan ne olabilir? Daha da trajik yanı ise kaçtığınız şeyin değişime uğraması, farklılaşması yani kimden kaçtığınızı ya da saklandığınızı bilememek hali.
Kabullenmekte zorlandığımız yeni yaşam tarzımızla seviyelide olsa birliktelik kurabilmek adına yapmamız gereken özgürlüklerimizi sorgulayarak sınırlar koyabilmemizdir. İlk etapta kulağımıza sevimsiz de gelse özgürlüklerin de sınırı olmalı ve özellikle de iyinin kötüden, doğrunun yanlıştan ayırt edilmesi evresini geride bırakarak özgürlüğü dibine kadar yaşadığımız bu günlerde.
Sınırsız özgürlük her şeye her an kolayca ulaşabilmekse eğer bu kolaycılık ile sağlayacağınız mutluluklar da anlamını kolayca yitirilebiliyor ve hatta anlamsızlaşabiliyor.
Her şeyin özgürleşmesi, kolektif bir sürece evirilerek sıradanlaşmasına yol açar ki bu da arzulana bilirliğinin yok olması demektir. Oysaki, bir ayrıcalık olarak doğan Özgürlük; böler ve ayrıştırır, en iyiyi geri kalanlardan ayrı tutar. Artık sahip olduğunuz şey arzuladığınız iyiler ve doğrulardır. Ve sadece arzuladığın iyiler ve doğrular kadar değil vaz geçtiğin kötüler ve yanlışlar kadar da özgürsündür.
Her şeyin değerini ve anlamını yitirdiği günümüz dünyasında özgürleşmenin tüm hedeflerini ardımızda bırakarak her şeyin özgünlüğünü yitirdiği bir boşlukta yaşıyoruz. Üretmek için toprağa ihtiyacınızın olmadığı ya da zenginliğin tek kaynağının çalışmak olmadığı bir düzen. Neden ve niçinleri olmayan davranışlarımız gibi söylemlerimiz de özgün fikirlerimizden uzaklaşarak popüler olanı ve kabul göreni konuşmaya zorluyor bizleri.
Dayatılan nesnelerin hakimiyetinde sürdürdüğünüz seçme hakkınızın olmadığı edilgen bir hayatta popüler olanı yemek, giymek, savunmak ve hatta yaşamak zorunda kaldığınız sürece ne kadar özgür olabilirsiniz? Özgürlüğün sınır tanımaz evresinde olsanız bile.
O halde paydaşlarımız ile birlikte keyif alarak mutlulukla yaşayabileceğimiz bir hayatı arzulamak adına, esiri olduğumuz alışkanlıklarımızdan vaz geçerek özgürlüklerimizi sorgulamak zorundayız. Unutmayalım ki; Coronalı yarınlarımız özgürlüklerimizin sınırını sorguladığımız ölçüde sürdürülebilir hale gelecektir.
Sınırsız yaşadığımız özgürlüklerimizin esaretinde sendroma dönüşen pazartesilerimizin, kısmen de olsa normalleşme ile birlikte sendromsuz bir formata dönüşmesi temennisi ile. Kalın sağlıcakla. 10.Mayıs.2020