Sanki bir haber programı izlemiyorum da kahvede birbiriyle muhabbet etmekte olan birkaç arkadaşın şakalaşmaları, övgüleri, sitemleri, dertlenmelerini izliyorum. Yazık bu ülkeye…Bir kanat artık habercilik yapmıyor. Toplumun bir kesimi haber alma hakkı çerçevesinde diğer kanallara yöneliyor. Oradan alabildiğimiz haber de bu… Adeta devlet memurluğu mesaisi…Dört saatlik program… Dört saatlik programı doldurmak için türlü sübjektif değerlendirmeler…Muhalif basın buysa, iktidar basınına diyecek bir şey yok… Basın ağalığı bu…
Haber alma hakkı düşünce özgürlüğünün önemli bir bileşenidir.
Haber, yani bilgi almaksızın düşünceleri geliştirmek zordur.
Haber alma hakkının muhataplarından en önemlisi, demokrasilerde “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılan basındır.
Basının “yandaş medya” olarak adlandırılan bölümü üzerine söylenecek çok fazla söz yok…
Onlar kendilerine iktidarın icraatlarını övmek gibi bir görev edinmiş durumdalar…
Basının bir bölümünün siyasal iktidarın sözcüsü haline gelmiş olması basın özgürlüğünü anlamsız kılıyor ama ülke gerçeği bu…
Sonuç itibarıyla anayasal bir hakkımızı kullanamaz hale geldik, ama yapacak bir şey yok…
Bu yüzden “haber” alamayacağıma inandığımdan bu nitelikte gördüğüm yazılı ve görsel basın araçlarını takip etmiyorum.
Geriye “muhalif basın” olarak bilinen kanat kalıyor.
Onlar da ayrıcalıklı hale gelmiş olmaları nedeniyle uzun zamandır “yandaş medyayı” aratmaz oldular.
Bu yüzden haber alma hakkımı kullanamamaktayım.
Bunu göstermek için bir 4 saatlik bir TV programı için “boşuna” harcadığım 90 dakikamı anlatacağım.
Program için 21.00-01.00 saatleri ayrılmış.
Bu arada alttan önemli dolandırıcılık vakalarına ait spotlar geçiyor ve “birazdan” bunların ayrıntılı olarak açıklanacağı belirtiliyor.
Önce programa katılan habercilerden birinin yetişemediğine vurgu yapılıyor, boş sandalyesi gösteriliyor ve sonra haberci kravatını düzelterek zafer edasıyla endamını gösteriyor.
İlk birkaç dakika kendilerinden, hastalıklarından, ne kadar çalıştıklarından söz ediyorlar.
Arkasından programın formatına uygun olmamasına rağmen, güncel olduğu gerekçesiyle Suriye meselesine değinileceği belirtiliyor.
Bu arada ben beklentisi içinde olduğum dosyanın açılmasını bekliyorum ve programın beni ilgilendiren, haber almayı umduğum kısmı muhtemelen 10-15 dakikalık bir bölümü.
Önce bölgeye giden bir muhabirle uzun bir muhabbet yapılıyor, aynı sorular tekrar tekrar soruluyor; muhabire cevabını henüz kimsenin bilemeyeceği çok sayıda soru soruluyor.
Muhabir çoğu sübjektif olan kişisel yargılarını aktarıyor.
Bu arada daha asıl program başlamamışken birinci reklam giriyor.
Reklamdan sonra ilk olayın ayrıntılarına giriliyor ve sürekli tekrarlarla vakit geçiriliyor.
Bir soruşturma dosyasının içindeki birkaç iddia aktarılıyor.
Diğer muhabirler başlarından geçen benzer olayları hatırlatıyorlar.
Bu haberleri kimseyi karalamak için yapmadıklarını ve sadece çürük elmaların ayıklanması için çabaladıklarını söylüyorlar.
Ama anlattıkları olay polisiye bir adli vakanın daha ötesinde değil ve dosyada ileri sürülen iddiaları aşamıyor.
Bu arada yeniden bir reklam…
Yeni bir dosyayı açmak için büyük ekranın başına geçiliyor.
Grafikler, rakamlar, yorumlar için uzun bir süre harcanıyor.
Anlatılan şey şu: Bütçenin rakamları çok büyük ve giderlerin önemli bir kısmı faize ayrılıyor; gelirler ise daha çok dolaylı vergilerden sağlanıyor. Bütçenin bir kısmı asgari ücrette anlamlı bir artış için ayrılabilirdi. Faize kaynak ayırmak yerine asgari ücret artışına daha fazla kaynak ayrılmalıdır.
Ben bir izleyici olarak “yeni” hiçbir şey öğrenemiyorum; bu konu uzun zamandır işleniyor zaten.
Aslında bir ara bu konuda ümitleniyorum: haberci beyefendi baskı harcamalarının son üç yılda nasıl keskin biçimde arttığını açıklıyor.
Bunun bir nedeni olmalı diye düşünerek bir “haber” beklentisi içine giriyorum: Muhtemelen birilerine kaynak aktarıldığına ilişkin bir bulgu aktaracaklar diye bekliyorum.
Ama onun yerine bu grafiği hazırlayan kişinin adı zikredilerek ona teşekkür edilmekle yetiniliyor.
Bir ara bu kişinin sitemi aktarılıyor. Programdaki habercilerden birini aramış ama o telefonunu açmamış.
Ardından diğer muhabirlerin benzer sitemleri dile getiriliyor.
Konu birdenbire kişisel bir hal alıyor; acaba birbirinizle bir araya gelerek bu sorunu çözemez miydiniz? Ben niye ortak edildim bu sorununuza, anlayamadım.
Bu arada ekonomiye ilişkin genel eleştiriler, çözümler dile getiriliyor.
Ama söylenen her cümle en az birkaç kez tekrar ediliyor.
Ardından yeni bir reklam…
Neyse buna da katlanayım, ilgilendiğim dosya artık açıklanacak diye beklerken…
O da ne…
Yeni bir gelişme olmuş…
HGS bilgileri hacklenmiş ve program unutulup bu konu gündeme oturuyor.
Haberci muhterem “yüksek mevkide” tanıdıkları olduğunu ima ediyor ve hemen telefonuna sarılıyor.
Canlı yayın sürerken karşı tarafla görüşmeye başlıyor.
Ayrıcalığın ve özgüvenin bu kadarı artık fazla diye geçiriyorum içimden.
Neyse ki sunucu duruma müdahale ederek konuşan muhabirin sesinin gelmemesi için mikrofonunun sesinin kısılması talimatı veriyor.
Programda birden bire konu değişiyor.
Muhtemelen “4 saatin bir kısmını daha doldurabileceğiz” sevinci içinde konu üzerinde yorumlar başlıyor.
Bu arada asıl dosyayı anlatacak sayın haberci “harita”nın önünde hazır vaziyette bekliyor.
Ardından haber kanalı muhteşem bir başarıya imza atıyor.
Henüz diğer kanallarda yayınlanmadan ulaştırma bakanlığının üst düzey yetkilisinden alınan iddianın tam olarak doğruyu yansıtmadığına ama bir girişim olduğuna ilişkin bilgi aktarılıyor.
Bu olay üzerine haberci beyefendinin ne kadar güçlü olduğunu da gözlerimizle tanık olmuş oluyoruz.
Bir telefonla başka hiçbir kanalın alamadığı bilgiyi onlardan önce bize sunmuş oluyor.
Bu arada alt yazıda kanalın bu büyük başarısına ilişkin haber akmaya başlıyor.
Bakanlığın kısa zaman içinde diğer kanallar için de açıklama yapacağı belirtiliyor.
Ama asıl olan olmuştur; haber, güçlü muhabirimiz sayesinde kamuoyunun bilgisine sunulmuştur bile…
Bundan sonrası teferruattır…
Bu bilgi ulaştırılmasaydı halimiz ne olurdu acaba?
Düşünmek bile istemem…
Artık bu kadar büyük bir haberden sonra reklam olmaz mı?
Tabii ki yine “kısa bir reklam.”
Bir harita açılmış, birkaç il kırmızıyla gösterilmiş. Tabi ya! Haritasız program mı olur?
Harita olmazsa gerçekler anlatılabilir mi? Ben artık müzik programlarında bile harita istiyorum. Hatta yemek programlarının bir köşesine harita konsa ve yemeğin yöresi gösterilse fena mı olur?
YEMEK PROGRAMLARININ BİR KÖŞESİNE HARİTA KONSA
Neyse, kaçışları kalmadı bu defa olay kesin anlatılacak diye bekliyorum.
Gerçekten bu defa olay aktarılmaya başlanıyor.
Bir harita açılmış, birkaç il kırmızıyla gösterilmiş.
Tabi ya! haritasız program mı olur?
Harita olmazsa gerçekler anlatılabilir mi?
Ben artık müzik programlarında bile harita istiyorum.
Hatta yemek programlarının bir köşesine harita konsa ve yemeğin yöresi gösterilse fena mı olur?
Haritayı görmeyince pek TV seyretmemiş gibi oluyorum, ne yalan söyliyim.
Detaylar anlatılmaya başlanıyor…
Olayda adı geçenlerin adları ve birbirleriyle tahmini ilişkileri anlatılıyor…
Olay İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına Ankara’daki evinde yapılan bir suikast girişimi…
Şahısların iller arasındaki hareketlerinden ve birçok defa yakalanmalarına rağmen serbest bırakılmalarından söz ediliyor.
Ama ben o illerin konumuz açısından anlamını bir türlü kavrayamıyorum. Olay, A ilinde değil de B ilinde olsaydı olayın özünün nasıl değişeceğini anlamlandıramıyorum.
Sonuç, bir başsavcıya bir suikast girişimi olmuş…
Olayın arkasında kimin olduğuna ve neden yapıldığına ilişkin hiçbir bilgi yok…
Bu olayın “çok önemli” olduğuna ilişkin yüzlerce defa beyanda bulunuluyor.
Ama neden önemli olduğuna ilişkin hiçbir bulgu yok…
Bu arada müthiş spekülasyonlar: “Ben savcının olayın neden yapıldığı bilgisine sahip olduğunu düşünüyorum” diyor habercilerden biri…
Çağırıp sorsak mı diye düşünmeden edemiyorum.
Polisiye bir romanda gibiyim: “Hmmm….Savcı da olayı bildiğine ve sır gibi sakladığına göre azmettiren kişi ona zarar vermek istemeyen amcasının oğlu olabilir mi acaba?”
“Evet bu gerçekten çok mantıklı…” diyorum kendi kendime.
En iyisi hemen telefon açıp bu sırrı paylaşayım diyorum.
Ama ben üst düzey görevli değilim, öyle kolay ulaşamam bu zatı muhteremlere…
Heyecan dorukta olduğundan yeni bir “reklam arası”…
Benim kalbim ancak bu kadar dayanabiliyor…
Üzüldüğüm şey tam 90 dakikamı hiçbir şey öğrenemediğim bir yayına ayırmış olmak.
Onlar için de kolay değil, tam dört saati doldurmak zorundalar; hadi diyelim bunun bir saati reklam olsun; üç saat de az değil.
Ama onlar üç-dört saatlik mesailerini dolduracaklar diye çok sayıda insanın zamanının heba edilmesine ne diyeceğiz.
Abartmasız söylüyorum: izlediğim 90 dakikada aktarılan bilginin tümü 5-10 dakika içinde verilebilirdi ve hatta bu bilgilerin verilmesine de gerek yoktu.
Üstelik sunucunun youtube kanalı üzerinden yayınlanmış ve haftalık ülke gündemini mizahi bir dille anlatan muhteşem başarılı videoloarı var.
Orada 15-30 dakika arasında ülkedeki bütün olayları son derece başarılı biçimde seyirciye aktarırken, sunuculuğu yaptığı programda 4 saati heba etmesini anlayamıyorum.
Açın bakın önemli yabancı TV kanalarına…
Memur türü basın mensuplarının yer aldığı 4 saatlik haber programları yok.
Bir haber programı genellikle 30-60 dakikayı geçmiyor.
Programlar bütün ve özet halinde olmak üzere sürekli yayınlanıyor.
Dolayısıyla ilgilendiğim bir haber programının özetini izledikten sonra ayrıntısını da izleme şansım var.
İlgilendiğim 15 dakikalık bir haberi izlemek için 4 saat harcamak zorunda değilim.
Özeti ya da bütünü kaçırırsam hiç sorun değil, çünkü tekrarlanıyor.
Haberi izlemişsem yeniden gördüğümde kanalı değiştiriyorum ya da kapatıyorum.
Odak, TV kanallarına ayrıcalık yaratmak olmayıp haber alma hakkının kullanılması olduğundan, izleyici olarak seçici davranıp istediğim haberleri ya da özetlerini seçip alma imkanım var.
Oysa sözünü ettiğim programın herhangi bir kesitiyle ilgileniyorsam bütün programı izlemek ya da o kesiti de izlemekten vazgeçmem gerekiyor.
Bunun temel nedeni benim haber alma hakkı olan bir vatandaş olarak değil, reklam izletilmesi gereken bir tüketici olarak görülmem.
Ben reklam izledikçe kanalın gelirleri artıyor ve habercilere daha yüksek maaşlar ödenebiliyor.
O yüzden haberciler de kendileriyle çelişkiye düşerek eleştirdiklerinin aynısını fazlasıyla yapıyorlar.
Sanki bir haber programı izlemiyorum da kahvede birbiriyle muhabbet etmekte olan birkaç arkadaşın şakalaşmaları, övgüleri, sitemleri, dertlenmelerini izliyorum.
Yazık bu ülkeye…
Bir kanat artık habercilik yapmıyor.
Toplumun bir kesimi haber alma hakkı çerçevesinde diğer kanallara yöneliyor.
Oradan alabildiğimiz haber de bu…
Adeta devlet memurluğu mesaisi…Dört saatlik program… Dört saatlik programı doldurmak için türlü sübjektif değerlendirmeler…
Muhalif basın buysa, iktidar basınına diyecek bir şey yok…
Basın ağalığı bu…
O da ayrıcalıklarla donatılmış ve ayrıcalıklarını genişletmek için mücadele ediyor.
Düşünceye katkı yapacak değil ya…
Keşke yemek programlarını izleyebilme yeteneğim olsaydı.