Mehmet Koç Yazıyor
Bir yapının temeli sağlam atıldığı vakit o yapı tümü itibariyle sağlam olur. Temelsiz ya da çürük temelli teşebbüsler ayakta kalamaz, en ufak bir sarsıntıda yıkılıp yok olurlar, yıkıldıkları zaman da bundan herkes zarar görüyor. O bakımdan yapılan hizmetlerin kalıcı olmaları için temellerinin çok muhkem olması gerekiyor.
Yaklaşık iki yıldan bu yana devam eden bir Barış ya da Çözüm Süreci yaşıyoruz. Türkiye Kamuoyunun benimsediği bir politikadır. Bu projenin başarısı için ben de çok sayıda yazı yazdım, yazdığım yazılar dikkat çekmiş olacak ki yetkililer davet ettiler, onlarla da görüştüm, düşüncelerimi kendilerine aktardım vs.
Bütün bunlara rağmen hükümetin, Çözüm Süreci ile ne yapmak istediği henüz anlaşılmış değil. AKP’ye yakın basın organlarında bir takım şeyler yazılıp çiziliyor lakin bu haberler bile hükümet tarafından doğrulanmıyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, zaman zaman “iyi şeyler olacak” diyorlar hepsi o kadar. Bu iyi şeyler bir türlü açıklanmıyor ya da ortaya çıkıyor. Tıpkı klasik politikacıların verdikleri sözler gibi…
Nasıl ki seçimlerde milletvekilleri koro halinde ‘Ağrı’ya tren getireceğiz’ demişlerdi ya, bu da onun gibi bir şey. Bırakınız trenin gelişini, konu hakkında şimdiye kadar bir fizibilite çalışmasına dahi tanık olamadık. Umarım Barış Süreci de tren gibi lafta kalmaz.
Cumhurbaşkanı ve başbakan, süreç hakkında arada bir söz etseler bile, taşrada süreçten bahseden kimse yoktur. Galiba bu konuda kamu görevlilerine yetki verilmemiştir. Bu da gösteriyor ki Kürt Sorunu sadece tepede konuşuluyor. Başka bir ifade ile henüz devlet politikası haline gelmemiştir. Aksi durumda il valisi, rektör ve yerel politikacılar da süreç ile alakadar olacaklardı.
Dolayısıyla eskiye kıyasla taşrada değişen fazla bir şey yok. Bırakınız Anadilde eğitim ya da Avrupa Birliği Yerel İdareler Şartının Kabulü gibi makro talepleri, kendi ilimize Ağrılı yöneticiler bile rahatça atanamıyor, hatta var olanlar da adeta tasfiye edilmeye çalışılıyor.
Ağrı’ya baktığımızda idareciler Çözüm Sürecinden hiç etkilenmemişler, nerede ise 90’lı yılların mantığı ile Ağrı yönetiliyor. 600 bin nüfuslu Ağrı’da yerel halktan yönetici yok denecek kadar azdır. Bürokraside deneyim kazanmış, birikimli birçok ehil hemşerimiz olduğu halde il müdürlüklerine ne yazık ki atanamıyorlar.
Atamalar halen eskisi gibi güvenlikçi yöntemlerle yapılıyor. Durum böyle olunca adeta doğuştan sabıkalı görülen Ağrılı bürokratlar temiz kağıdı alamıyor, dolayısıyla hukuk dışı gerekçelerle Ağrı’dan uzaklaştırılıyor, Ağrı’ya ait kadrolar ise adeta ahbap çavuş ilişkisi misali etkili ve yetkililerin yakınları arasında paylaşılıyor.
Nitekim Ağrı IC Üniversitesi rektörünün yaptığı atamaların önemli bir kısmı, üniversitede çalışan yetkililerin akraba ve yakınları olduğu, üstelik atananlardan bazılarının da bu görevlere ehil olmadıkları yolunda yoğun ve yaygın söylentiler vardır.
Öyle ki, rektörlüğün kuraldışı tasarrufları yerel sınırları da aşmış, AKP’ye yakın yaygın basında da eleştiri konusu olmaya başlamıştır. Ağrı halkını dışlayan ve güvensizliğe sebebiyet veren bu gibi keyfi bürokratik uygulamalar halk arasında rahatsızlık yaratmakta, hükümetin yapmaya çalıştığı barış çabalarını da kuşkusuz olumsuz etkilemektedir.
Ağrı Valisi Mehmet Tekinaslan, Ağrı’ya ilk geldiğinde bu gibi keyfi tasarruflara müsaade etmiyordu. Nitekim Fak.Fuk.Fon’a yapılan benzeri bazı atamalar nedeniyle zamanın Doğu Beyazıt kaymakamı hakkında işlem yapmıştı.
Ancak geçen zaman içinde Tekinaslan’da, bu tasarruflara kayıtsız kaldı. Gücümü yetmiyor ya da bırakınız yapsınlar mantığı ile mi hareket etmeye başladı bilinmez. Denetim ya da müdahale olmayınca olunca atamalardaki kuralsızlıklar her geçen gün daha da arttı.
Bir başka sıkıntı ise Ağrı’nın sevk ve idaresi hakkında gerek halka ve gerekse STK temsilcilerine hiç danışılmıyor, bilgi dahi verilmiyor. Ağrı hakkında alınan kararlar ya da yapılacak hizmetler, ilde görevli, Ağrılı olmayan yetkililerin düşünceleri doğrultusunda şekilleniyor.
Dikkat edilirse AKP, belediye başkan adayını tespit ederken bile hakla sormadı, niye? Çünkü halka itibar etmiyorlar, ya da güvenmiyorlar da ondan. Halk yerine Ağrılı olmayan bürokratlara danışarak belediye başkan adayını belirlediler. Şimdi diyorlar ki “Hasan Aslan ile seçime girilmesi hata idi”. Cumhurbaşkanı seçiminden sonra bunu anladılar.
Binaenaleyh Çözüm Sürecinin başarıya ulaşması için “tüme varım” mantığı ile hareket edilmeli, çalışmalara barışa muhtaç bölgelerden başlanmalıdır. Bunun için de bölgeye demokrat, özgürlükçü, deneyimli, üretken, müteşebbis, yalan söylemeyen, barışsever, ve de bu konuda hükümet politikalarına bire bir bağlı yöneticiler atanmalıdır.
Yoksa zor zamanlarda bile kendi çıkarlarını amme çıkarlarının üstünde tutan, zevkusefa içinde lüks makam arabaları ile gününü gün eden, yandaşlarını kollayan, çevreye sadece bir pencereden bakan ve yerindelik politikalardan uzak kararlar alan sözde bürokratlar, yarattıkları rahatsızlık sebebiyle barışa değil devamlı kargaşaya neden oluyorlar.