AĞRI DAĞIN ETEĞİNDE UÇAN GÜVERCİN OLSAM...

AĞRI DAĞIN ETEĞİNDE UÇAN GÜVERCİN OLSAM...

Nuray Çalışkan Yazıyor

Düşle, düşle, düşle... Asla düşlemekten vazgeçme. Gerçeklik arkasından gelecektir.Tanrılar Okulu-Stefano Elio D´Anna
Çocukluğumdan beri, köyleri, yaylaları, ovaları, dağları kısaca doğada olmayı çok severim. Doğada olmak bana her zaman huzur ve yaşama sevinci vermiştir. Bu yoğun sevgim neticesinde olsa gerek bu güne kadarki yaşamımın her evresinde doğada olamaya mutlaka vakit ayırdım. Yapamadığım şey ise dağlarda olmaktı ayrıca çevreden bir şekilde bana yüklenen algı, dağcılık tehlikeli bir spordu ve öyle her babayiğidin de harcı değildi. 
Medyada dağcılar ve tırmanışları ile ilgili haberleri her okuduğumda ah bende ömrümde bir kez olsun Ağrı Dağı´na çıkabilseydim diye iç geçiriyordum. 
Bunu gerçekleştirmek sanki Alice´in harikalar diyarına gidebilmek gibi bir şeydi benim için. Dağcılık Sporu nasıl yapılır? Nereden nasıl eğitim alınır? Hiçbir fikrim yoktu ve bu konuda danışıp fikir alabileceğim kimseyi de tanımıyordum o zamanlar. Şimdi bakıyorum da hangi konuda olursa olsun gerekli bilgilere ulaşmak internet sayesinde artık ne kadar kolay. 
Gel zaman git zaman geldim yıl 2007´ye. Bu seneden kısaca bahsetmeden geçemeyeceğim çünkü bu bahsediş aynı zamanda 2007 yılıma bir anlamda şükranlarımı sunmak için de. O sene omuzlarımda taşıdığım maddi manevi yüklerden dolayı tam anlamıyla yere yapışıp ve yapmış olduğum hatalardan dolayı kendime acımasızca kızıp durduğum bir süreçti. Allahtan kalan son enerjimi çok daha önceleri almam gereken radikal kararları alıp uygulamaya kullanabildim. O zamanlar ne berbat bir yıl diye yakınıp söylenirken aslında sonraki huzurlu yaşamımın temellerini attığımın farkında değildim. Sonradan anladım ki o yıl benim miladım bir anlamda yeniden doğuşum. 
Ertesi yıl kaybolan enerjimin bir kısmını yeniden toparlamıştım ve dağcılık ile ilgili hayalim zihnimde tekrar gündeme geldi.Yaşım 43 olmuştu atalarımızın dediğine bakılırsa 40´ımdan sonra saz çalacaktım ama olsundu. Hem başka atalarımız bize hayallerinin peşinden git demiyor muydu? Bilgisayarımın başına oturup dağcılık kulüplerini araştırmaya başladım. Evime yakınlığı açısından öncelikle İstanbul Zirve Dağcılık Kulübü ile irtibat kurmaya karar verdim. Yapmış olduğum görüşme neticesinde bu kulübe üye oldum ve Dağcılık ve Doğa Sporları ile ilgili eğitimlere katıldım. Teorik ve pratik eğitimlerin yanı sıra hafta sonları trekkinglere (Uzun doğa yürüyüşleri) katılıyordum. Bu bana hem müthiş bir yaşam enerjisi hem de fiziksel kondisyon sağlıyordu. 
Bir gün sevdiğim arkadaşlarımla bir çay bahçesinde otururken içlerinden bir tanesi (Sevgili Gürhan Kalkan) Ağrı Dağı tırmanışına gidiyoruz sen de gelsene dedi. O an kalbimin çarpışını heyecanımı anlatamam. Ağrı Dağı! Acaba yapabilir miydim? Kondisyonum iyiydi bunu biliyordum ama karşımda duracak olan o heybetli, efsanevi Ağrı Dağı idi. Karar verme sürecim birkaç dakika sürdü ve tamam geliyorum dedim. En azından Ağrı Dağı´nın eteklerinde dolaşır dünya gözü ile kendisini görmüş olurdum bu bile muhteşem olurdu. Ertesi gün hemen Van´a uçak biletimi aldım ve heyecanlı bekleyişime böylece başlamış oldum.
1 Ağustos 2009´da Van´a uçarak başladı Ağrı Dağı maceramız. Van Havaalanı´ndan Doğubayazıt´a gideceğimiz aracımız karşıladı bizi. Yolda meşhur Muradiye Şelalesi´nde yemek molası verdik bol bol da fotoğraf çektik. Gürhan hariç ekipteki herkesi yeni tanıyordum hayat ne güzel şimdi hepsi benim güzel arkadaşlarım oldular. 
Akşamüstü Doğubayazıt´ta idik otelimize yerleştikten sonra önce İshakpaşa Sarayı´nı, sonrasında da Doğubayazıt´ı gezmek için tekrar otelimizden ayrıldık. Hafif hafif yağmur yağmaya başlamıştı ama bu durum yeni yerler görme heyecanımızı hiçbir şekilde azaltmadı.
Yapımında kullanılan taşlar, huzur veren mimarisi ve yer aldığı konum itibariyle sanki bir masal ülkesi sarayı gibi İshakpaşa Sarayı. Bir zamanlar insanları barındıran bu sarayın tadını şimdilerde kuşların çıkardığını söylemem pekte yanlış olmaz. Mekanı gezip bol bol fotoğraf çekip anılarımızı belgeledikten sonra Doğubayazıt´a geri döndük.
Şansımıza Doğubayazıt´ta o akşam birde Kültür Festivali vardı. Birçok yabancı turistte gelmişti festivale. Önce bizi de yabancı turist sandılar sonra Türkçe konuştuğumuzu duyunca hangi ilden geldiğimizi sordular. İstanbul, Ankara diye cevaplamamız her hangi bir davranış değişikliği yaratmadı ve aynı sıcaklıkla misafirperverliklerini gösterdiler bize. Bir şeyler satmak, küçük bir harçlık kopartmak niyetiyle abla, ağabey diye peşimizde koşan çocukları da unutmamak gerek. 
Düşünüyorum da insanlar nerelerden gelip yurdumuzu geziyorlar oysa bizim birçok vatandaşımızın diğer bölgelerden, oralardaki yaşanmışlıklardan ya da yaşananlardan pek haberi yok Ne kadar az seyahat ediyoruz! Doğu-Batı, Kuzey-Güney birbirini yeterince tanımıyor. Aslında bu çok acı çünkü bilgiye dayanmayan önyargılarla dolabiliyor zihinler. Ne zaman Doğu ya da Güney Doğu Anadolu´ya bir seyahatim olsa mutlaka çevremde ?Korkmuyor musun??diye soran birileri oluyor!
Gittiğim yerlerde yöre insanıyla mutlaka iletişim kurmaya çalışırım çünkü farklı kültürleri tanımanın insanın bakış açısını zenginleştiriyor inancındayım. Bu bir anlamda da bir tür içsel yolculuk yani kendimi daha iyi tanıma fırsatı yaratıyor bana!
Bir değim vardır insan kuş misali diye aynen öyle Sabah Türkiye´nin bir ucunda uyanmış diğer ucuna varmış ve kısıtlı vakitle de olsa Doğubayazıt´ı dolaştıktan sonra dinlenmek geceyi geçirmek üzere otelimize dönmüştük. Kaldığımız otelden efsanelere konu olan Ağrı Dağı tüm ihtişamıyla gözlerimizin önündeydi.
Oradaki ilk sabahımızda erken kalkıp güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra ise aracımıza binip bu efsanevi dağın eteklerine doğru yola çıktık. Aracımızın bizi götürebileceği son noktada inip ilk kamp alanına yürüyüş hazırlıklarımıza başladık. Yanımıza sadece yolda ihtiyacımız olan su, yedek kıyafet, yiyecek gibi malzemelerimiz koyduğumuz sırt çantamızı alıp diğer kamp malzemelerimizi katırların taşıması için görevlilere teslim ettik sırt çantamız sırtımızda ilk adımla birlikte heyecan da başlamış oldu. 
3200 m.´deki ilk kamp alanımıza varana dek rahat bir tempo içerisinde etrafı izleyerek ve fotoğraf çekerek epeyce yürüdük. İlk kamp alanımıza vardığımızda tatlı bir yorgunluk bizi bekleyen çay sofrası ile keyifli bir hale dönüştü. Çaydan sonra akşam yemeğine kadar biraz sohbet, biraz fotoğraf birazda ertesi günün heyecanı ile vakit geçirdik. Sabahki yürüyüşümüzde bize enerji verecek olan yiyeceklerden hazırlanmış akşam yemeğinden sonra Ağrı Dağı´ndaki ilk uykumuzu uyumak için çadırlarımıza çekildik.
Dağdaki ilk sabahımda tarifsiz bir huzurla uyandım şehirdeki yaşamımla buradaki yaşam ne kadar farklıydı. Basit kamp gereçlerini saymazsak cep telefonlarından başka hiçbir teknolojik araç yoktu, bütün konfor ise nihayetinde bir bez parçası olan çadır, bir mat ve uyku tulumundan oluşuyordu. Oysa evdeki rahat yatağımın kendi huzursuzluğumdan dolayı bana diken olduğu geceleri de bilirim! 
Neşe içinde kahvaltımızı yaptıktan sonra sırt çantalarımızı hazırlayıp 4200 m.´deki kamp alanımıza doğru yürüyüşümüze başladık. 
Dağ faaliyetinde yol arkadaşlarının birbirleriyle uyumu çok önemli. Şanslıydım ki diğer arkadaşlarımda benim gibi amatör dağ sevdalılarıydılar ve hırslardan uzak her anın tadını sonuna kadar hakkını vererek çıkarıyorlardı. 4200 m.´deki kamp alanımıza yaklaşırken Ağustos olmasına rağmen hava haylice soğumaya başlamış ve ayaklarımızdan beynimize gelen yorgunluk sinyalleri de artmıştı. Nihayet kamp alanımıza varmıştık ve kamp alanımızın hemen yanı başından yükseklere doğru kar kaplıydı.
Aslında doğru olan 4000 metrelere çıkıp tekrar geri dönüp ikinci geceyi de 3200 kampında geçirmemizdi. Yani Aklimatizasyon(yüksek irtifaya uyum) yapmalıydık. Dağcılık hakkında bilgisi olmayanlar için bunun nedenini kısaca açıklamak gerekirse, yüksek irtifada oksijen azdır aklimatizasyon sağlanmazsa vücuttaki oksijen taşıyan alyuvar sayısı vücut için yeterli oksijeni taşımaya yetmez. Vücudun alyuvar sayısını arttırıp az oksijeni daha fazla alyuvar ile gerekli organlara taşıması için zamana ihtiyacı vardır. Öyle ki bu zaman sürecinde yüksek irtifaya uyum sağlamış bir dağcıda, deniz seviyesindeki normal bir insanın sahip olduğu değerden % 30 ile % 50 arasında daha fazla alyuvar sayısı oluşur. Aksi halde az oksijen nedeniye baş ağrısı, baş dönmesi, mide bulantısı gibi hoş olmayan sıkıntılar oluşabilir daha da kötüsü beyin ve akciğerde ödem oluşumlarına yol açabilir. Biz bunu yapmadık ve gerçektende iki arkadaşımızda yüksek irtifa sıkıntı yarattı 4200 m.´de geceyi sıkıntılı geçirdiler ve ertesi gün bizimle zirve yürüyüşüne katılamadılar!
4200 m.´deki kamp alanımızda da kış şartlarına uygun kıyafetlerimizi giyip içimizi ısıtan bir çay ve enerji veren atıştırmalıkları yedikten sonra sohbet ederek akşam yemeğini beklemeye başladık. Akşam saatlerinde ise hava iyicene soğumaya başladı, sonrada ise gök gürültüleri eşliğinde fırtına ve tipi başladı. Zirve yürüyüşüne başlama saati olarak 03:00´ü kararlaştırarak uyumak için çadırlarımıza çekildik. (Yine dağcılık bilgisi az olanlar için kısa bir bilgi vermek gerekirse, zirve yürüyüşlerine güvenlik açısından sabahın erken saatlerinde başlanır ki gündüzün hava sıcaklığı karları eritmesin herhangi bir çığ tehlikesi falan yaşanmadan sabah gün doğumuyla zirvede olunsun ve öğlene kadar da kamp alanına geri dönülsün.) 
Saat 02:30 civarlarında uyandığımızda hava şartları sertliğini aynen sürdürüyordu. Yıldırımlar, şimşekler her yeri aydınlatıyordu. Benim çadırım meyilin tam ucundaydı ve bir ara acaba bu rüzgar çadırla birlikte bizi havalandırıp aşağıya yuvarlar mı diye de aklımdan geçirmedim değil hani. Moralim bozulmuştu hava şartlarından dolayı zirve yürüyüşüne başlayamayabilirdik Tüm kalbimle dua etmeye başladım ve Ağrı Dağı´nın zirvesinde bizi misafir etmesini diledim. 
Bir şeyi canı yürekten isteyince olurmuş derler sanırım bu doğru saat 04:30 civarında o vahşi hava yerini son derece sakin bir havaya bıraktı. Gökyüzünde ay ve yıldızlar pırıl pırıl aşağıda da Doğubayazıt´ın ışıkları aynı netlikte görünüyordu.Hemen hazırlanıp zirve yürüyüşüne başlamaya ve şansımızı denemeye karar verdik. Öyle bir kar yağmıştı ki yıldırım çekmesin diye çadırdan uzak bir yere bıraktığım kazma, krampon ve batonlarımı bulmakta zorlandım. Bu telaşlı hazırlık içinde yanıma almam gereken yiyecek kumanyamı unutmuşum. Büyük hata! 
7 kişilik ekipten 5 kişi zirve yürüyüşümüze başladık ancak 3 arkadaşım 4600 metrelerde yürüyüşü bırakma ve geri dönme kararı aldı. Nefes zorluğu çekiyorlardı, az oksijen çabuk yorulmalarına neden olmuştu ve sanırım bu durum psikolojilerine de yansıdı. Bende yorulmuştum ama nefesle ilgili bir problemim yoktu aklım ise zirvedeydi. Hatta rehbere istiyorsa arkadaşlarla geri dönebileceğini ne olursa olsun tek başına da olsam gidebildiğim yere kadar gideceğimi söyledim. Tabi ki rehber benim bu saçma sapan teklifime hayır dedi ve benden başka bir arkadaşım daha olmak üzere devam kararı alındı.
3 kişi olarak zirve yürüyüşüne tekrar başladık. Akşamki havadan eser kalmamıştı her nereye gittiyse o kara bulutlar bir yerler kaybolmuştu. Hava iyice ısınmaya, pırıl pırıl bir güneş ışıklarıyla ve ısısıyla sanki yanımızda yürümeye başlamıştı. O yükseklikte Ağustos ayında bile -20 dereceleri bulduğu oluyormuş anladım ki şans bizden yanaydı ve Ağrı Dağı bizi zirvesine bekliyordu. İlerleyen zamanlarda zirveye yaklaştıkça montumu hatta polarımı bile çıkarttım. Az oksijen etkisini bendede göstermeye başlamıştı ve aynı zamanda yorulmuştum da ama zirve heyecanı devam etmem için bana gerekli enerjiyi veriyordu. Nihayetinde zirveyi gördük artık yorgunluğumda az oksijende umurum değildi. 
Saat 12:30 civarı zirveye ulaştık. En büyük hayallerimden biri gerçek olmuştu ve ben olağanüstü bir rüyadaydım sanki. Tarifsiz duygular içerisindeydim, dudaklarım mutluluktan gülümserken gözlerimden de yaş gelmekteydi. Adeta sonsuzu yaşıyordum, pırıl pırıl bir güneş, bembeyaz buzul ve aşağıda bembeyaz bulutlar. Yaklaşık 25-30 dakika kadar zirvede kalıp o anları içimize sindirmeye hafızamıza kazımaya çalıştık. Tabiki fotoğrafta çektik ve sonra rehberimizin geri dönmeliyiz sözü ile kendimize geldik.
İnişe başladıktan kısa bir süre sonra hava tekrar bir gün önceki haline dönmeye başladı bulutlar telaşla oradan oraya koşturuyordu sanki. Bu arada karnım çok acıkmıştı ama heyecandan kumanyamı çadırda unuttuğumdan yanımda yiyecek bir şey yoktu. Eritilmiş kar suyu ile dolu mataramdaki su ile idare ediyordum. Arkadaşlarım yanlarındaki yiyeceklerden ikram etseler bile bir elmanın yarısı hariç kendi hatamı onlarla paylaşmak istemediğimden teşekkürle ikramlarını reddettim
Ağrı Dağı´nın buzul kısmını indikten sonra tepemizi yağmur bulutları kapladı ve ilk damlaları atmaya başladılar. Çıkışlar her zaman heyecanın verdiği motivasyonla keyifli geçer ama inişler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Zaten dağ kazaları en çokta iniş sürecinde yaşanır. İn in bitmiyordu yol, sanki biz yürüdükçe biri yolu aşağıya doğru çekip uzatıyordu. Akşamüstüne doğru kamp alanına vardığımızda yorgunluktan, açlıktan ve baş ağrısından tükenmek üzereydim. Hemen kendimi yemek çadırına attım ve orada bizim için hazırlanmış atıştırmalıklardan yiyip sıcak bir çay içerek kendime gelmeye enerjimi toplamaya çalıştım. İşin fenası daha yürünecek yolum vardı çünkü programa göre geceyi 3200 m.´deki kamp alanında geçirmeliydik. Akşam yemeği vaktine doğru kamp alanına döndüğümüzde nasıl yemek yediğimi ve saat 19:00 civarında uyuduğumu daha doğrusu sızdığımı hatırlamıyorum.
Ertesi gün nedense hepimiz sırayla sabah 05:00 civarında uyandık. Halbuki kahvaltı yapıp Doğubayazıt´a doğru yola çıkmayı 08:30 gibi planlamıştık. Hepimiz son derece yorgun olduğumuz halde sabahın o saatlerinde bile neşemiz yerindeydi. Çoğumuzun yüzü gözü şiş ve normal hallerimizden epey farklı bir görüntüdeydik ama sanırım kendi kendimizin yüzünü görmediğimizden bu durum neşemizi bozmamıştı. Keyifli bir kahvaltı yaptık sohbet ettik ve dönüş yolculuğumuza başladık.
Dönüş yolunda dilimdeki türküyü tahmin etmeniz hiçte zor olamaz kanaatindeyim. Ağrı Dağı eteğinde uçan güvercin olsam. Dilim de bu türkü ayaklarımın kumandası kimde, nerede bilemeden araca vardığımızda  yürümeyeceğim için ne kadar sevinçliydim anlatamam çünkü artık bacaklarımı hissetmiyordum.
Yaklaşık 15 dakikalık bir araç yolculuğundan sonra otele vardık. Otelde konaklayacağımız oda birinci kattaydı ve asansör yoktu. 5,137 m. zirve yapmış ben bir katlık merdiveni zar zor çıktım. Odaya varıp tez zamanda sıcak suyla kavuşmanın mutluluğu ise bir başka keyifti tabiî. Akşam yemeğinden sonra odaya çekilip yatakta yatıyor olmanın konforuda öyle.
Ertesi gün yine insan kuş misali bir uçtan bir uca evimize doğru yolculuğumuz başladı.
Aramızdan bir arkadaşımızın uçağı sabah çok erken saatteydi ve dolayısıyla otelde kahvaltı yapmadan onu uçağına yetiştirmek üzere Van´a hareket ettik. Arkadaşımızı havaalanına bıraktıktan sonrada meşhur Van kahvaltısı yapmak üzere tekrar şehre indik. Uçak saatimize haylice vardı ve araya birde Akdamar Adası´nı sıkıştırdık.
Her şey çok güzeldi çok, benim bu hayalimi gerçekleştirmemde vesile olduğu için öncelikle sevgili Gürhan Kalkan´a sonra hepsi birbirinden harika yol arkadaşı olan, Jale Yanık, Can Adiloğlu, Can Pulat Öğün, Ümit Dinçer, Ragıp Yılmaz´a çok ama çok teşekkür ederim. İyiki sizleri tanıdım ve artık iyiki benim arkadaşımsınız. Sonrasında Ragıp, Can, Gürhan ve benim muhteşem Klimanjaro maceramız var bir ara onuda yazacağım..
Son söz; ; Bir şeyler için geç olduğunu mu düşünüyorsunuz bence fikrinizi bir daha gözden geçirin ! Hayal kurmak ve olacağına inanmak oluşu getiriyor. Ben bu hayalimi 44 yaşımda gerçekleştirdim. 40´ından sonra saz çalınıyor hemde pek güzel oluyor. Kaç yaşında olursanız olun hayallerinizin peşinden gidin derim ben.
Esen kalın,
Nuray Çalışkan
/resimler/2015-9/21/1157253072858.jpg
 
/resimler/2015-9/21/1157386826761.jpg
 
/resimler/2015-9/21/1157537337977.jpg
 


Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor