İSTANBUL´UN MANEVİ FATİHİ; AKŞEMSEDDİN

 İSTANBUL´UN MANEVİ FATİHİ; AKŞEMSEDDİN

Ercan Salman yazıyor

Esselâmü aleyküm verahmetüllahi ve berakâtühü ve mağfiratühü muhterem kardeşlerim, cenabı hakkın rızası ve izniyle bugün ki yazımızda aciz gönlümüzü saran bir başka gönüller sultanı olan Akşemseddin Hazretleri´nin hayatı hakkında önce kendi nefsimize ve sizlere bilgi vermeye çalışacağız. Rabbim bizleri bu yolda utandırmasın. Amin.

Sevgili kardeşlerim, İstanbul´un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı Akşeyh´tir. Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî´nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk´a ulaşır.Elimizde bulunan birçok kaynağa göre Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin, ona; ´"Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd´den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin." demesi sebebiyle, "Akşemseddîn" lakabı vermiştir. Hayatı hakkında edindiğimiz bilgiler doğrultsunda 1390 (H.792) senesinde Şam´da doğdu.

Küçük yaşta Kur´ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu´ya gelip Amasya´nın Kavak nâhiyesine yerleşti. Bir süre sonra babası vefât etti. Akşemseddîn´in babası da âlim ve velî idi. Babası vefât edip, defn olunduğu günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü mezardan çıkararak parçalardı. Şeyh Hamza´yı da parçalamak ve yemek istemişti. Fakat Şeyh Hamza, mübârek elini uzatarak, o kurdu boğazından sıkıp öldürdü. Ertesi sabah ziyârete gelen halk, kurdu ölü, Şeyh Hamza´nın elini de mezardan çıkmış buldular. Hâl sâhibi biri;"Kurda değdiği için, Şeyh Hamza´nın mübârek elinin yıkanması lâzımdır." dedi. Elini yıkadılar. El, hemen içeri çekildi. O günden beri Akşemseddîn´in babası, Kurtboğan lakabı ile meşhûr oldu. Aman ya Rabbi, bu ne büyük bir zerafet. Şaşırmak, hayrete düşmemek elde midir? Ünlü İslam büyüğü Akşemseddin Hazretleri küçük yaşlardan itibaren ilme ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese öğrenimini tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Allah (c.c) razı olsun kendilerinden. Amin.

ADIM ADIM MÜRİDLİĞE

Devamlı takvâ üzere hakla birlikte bulunurdu. Yüksek ahlâk sâhibi idi. Ondaki bu hâlleri görenler ve bilenler kendisine zamânın büyük velîsi Hacı Bayram hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddîn hazretleri müderrislik görevini bırakarak, Ankara´ya geldi. Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram-ı Velî´yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek;

"İşte şu gördüğün, dükkan dükkan gezerek para toplayan kişi Hacı Bayram´dır." dedi.

Akşemseddîn hazretlerinin yüzü buruştu kalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur velî Hacı Bayram dükkan dükkan para topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerine talebe olmak gâyesiyle Haleb´e doğru yola çıktı. Günlerce yol alan Akşemseddîn Haleb´e bir konak mesâfeye geldiğinde bir hana indi. Sabah, elleri yüzünde korku, şaşkınlık ve dehşet içerisinde uyandı. Hâlâ gördüğü rüyânın etkisi altındaydı. Sabah namazını edâ eden Akşemseddîn izi üzerine, Haleb yerine tekrar geri Ankara istikâmetine döndü. Oysa Haleb´e bir saat kalmıştı. Onu geri döndüren, Akşemseddîn hazretleri ile ilgili bir rüyâ idi ve hep bu düşün tesiri ile yürüyordu. Rüyâsında boynuna takılan bir zincir Hacı Bayram´ın elindeydi. Akşemseddîn, Haleb´e gitmek istedikçe Hacı Bayram zinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüyâ tâbiri gerektirmeyecek kadar açıktı. Akşemseddîn hızla Hacı Bayram´a gelirken; "Ne yaptım ben" diyerek kendi kendine söyleniyordu. Ankara´ya gelip, Hacı Bayram-ı Velî´nin dergâhına ulaşınca, onun talebeleriyle tarlada çalıştığını öğrendi. Hemen oraya koştu, fakat Hâcı Bayram hiç iltifat etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarlada çalıştı. Yemek vakti gelince, Akşemseddîn´in yüzüne bakmadı. Hacı Bayram, hazırlanan yemeği talebelerine taksim etti, artığını da köpeklerin çanağına döktürdü. Akşemseddîn, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine; "Sen buna lâyıksın!" diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı. Hacı Bayram-ı Velî, onun bu tevâzusuna dayanamayarak; "Köse, kalbimize girdin, gel yanıma!" diyerek gönlünü alıp sofrasına oturttu. Sonra; "Zincirle zorla gelen misâfiri böyle ağırlarlar." dedi. Akşemseddîn buna çok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi. Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Akşemseddîn´i diğer talebelerinden daha zor imtihanlara tâbi tuttu. Nefsini terbiye ve ıslah etmekte büyük sıkıntılar çektirdi. Bir defâsında yedi günde bir kaşık sirkeden başka bir şey yedirmedi. Ancak Akşemseddîn bütün bunlardan memnun ve hattâ kendisi daha fazlasına tâlipti.

MÜRİDLİKTEN MÜRŞİD OLMAYA DOĞRU ADIM ADIM

Nitekim nefsinin istediği şeyleri yapmamakta şeyhinin kendisine buyurduğu tâlim ve terbiyedeki şiddet derecesini kendi isteğiyle artırdığı zaman Hacı Bayram hazretleri ona:"Yâ Köse nice riyâzet eylersin, nefsin isteklerinden sakınırsın, âkıbet nûr olursun dedi. Böylece Akşemseddîn hazretleri kısa zamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram hazretlerinden icâzetini, diplomasını aldı.

Onun kısa sürede icâzet alması bâzılarına zor geldi. Hacı Bayram-ı Velî´ye;

"Diğer dervişlere kırk yıldır hilâfet vermedin, az müddet içinde Akşeyh´e hilâfet verdin. Hikmeti nedir?" diye sordular. Hacı Bayram-ı Velî de;

"Bu zeyrek, uyanık ve akıllı bir kösedir. Her ne görüp duydu ise hemen inandı. Sonra hikmetini yine kendisi anladı. Fakat yanımda kırk yıldan beri hizmet eden bu talebeler, hemen gördüklerinin ve duyduklarının aslını ve hikmetini sorarlar. Ona hilâfet verilişinin sebebi budur." cevâbını verdi. Akşemseddîn hazretleri hocasının vasiyetini yerine getirdikten sonra tekrar Göynük´e geldi. Burada da bir mescid ve değirmen inşâ eyledi. Bir yandan oğullarının, diğer taraftan da kendisine intisâb edip gönül veren talebelerinin tâlim ve terbiyeleriyle uğraşıyordu.

MİKROP TEOİRİSİNİ KEŞFEDEN HEKİM

Evet sevgili dostlar eminim sizler de benim gibi şaşkın bir ifade içindesiniz. Hani nasıl olur da demeyin. Başlığımız yanlış yazılmadı zira gerçek manada Akşemseddîn hazretleri mikrop teoirsini keşfeden hekimdir. Sormak lazım, hani neredesin ey Avrupa, senin 19.yy´da kendi bilim adamlarının bulduğunu inandırdığın mikrop teoirisini cennet mekan Akşemseddîn hazretleri 14.yy´da bizlere sunmuş ta bizim haberimiz yokmuş. Yazıklar olsun. Akşemseddîn hazretleri bunu yazmış olduğu Maddet-ül-Hayat (Hayat Maddesi) adlı eserinde belirtmektedir.

VE MÜBAREK FETİH?

İstanbul gibi bir şehri almak kolay değildir. Dev surlar, haçlı yardımları, derin hendekler, aşılmaz zincirler, Rum ateşi denen bela ve güçlü düşman. Bunlar bilinen şeylerdir ve Fatih herbirine tedbir düşünür. Ancak, bazı komutanlar (ki bir çoğu baba emanetidir) zafere inanmazlar. Açıktan açığa ?Bu devletin askerine, akçesine yazık değil mi canım?? derler, ?Maceranın sırası mı şimdi??

Genç sultanı Bizansla boğuşmak değil, yanındakilerle uğraşmak yorar. Yemeyi içmeyi unutur, uykuyu dağıtır. Kendini fena yıpratır. Geceler boyu ağlar ki yastığı hiç kurumaz. Muhasara başlayalı 50 gün geçer, lâkin gözle görülür bir ilerleme yoktur . Rumlar yıkılan surları anında yapar, o acaib ateşleri ile zemini değil, suyu bile yakarlar. Fidan gibi yiğitler ardarda düşerler toprağa. Sultan Mehmed kalabalıklar içinde yalnızdır. Hatta zaman zaman kuşatmayı kaldırmayı düşünür. Akşemseddin hazretleri onun zihninden geçenleri okur. ?Sakın ha!? der, ?Asla vazgeçme!? Zira o, müjdeyi Hızır Aleyhisselam´dan alır. Zaferden zerre kadar şüphesi yoktur.

Şehir düşünce, Fatih derin bir nefes alır, büyük güç ve itibar kazanır. Genç sultanın şimdi tek arzusu vardır. Mihmandârı Resulullah Hâlid bin Zeyd (bugün ki tabirle Hazreti Eyyüp El Ensari)´in kutlu kabrini bulmak.Akşemseddin Hazretleri kuşatmanın sürdüğü sıralarda türbenin bulunduğu noktaya bir nur indiğini görür. Fatih´i o mahalle götürür. Kısa bir murakabenin ardından iki çınar dalını toprağa diker ve kendinden emin bir ifadeyle. ?Büyük sahabe bunların arasında yatıyor!? der. Ancak etraftan ?ne malum?? diyenler olur. Hatta birileri padişaha akıl öğretirler. ?Bu dalları başka bir yere diktir bakalım? derler, ?ihtiyar molla farkedebilecek mi?? Fatih denileni yapar, hatta ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü gömdürür. Ama Akşemseddin dallara bakmaz bile, ertesi gün milimi milimine ilk gösterdiği noktaya yönelir. Hatta bir ara durur ?Sultanımızın mührü? der, ?Ne arıyor orada?? Büyük veli bakar, bu mevzu çok tartışılacak, şüpheye mahal bırakmaz. ?Kazın!? buyururlar. Toprağın bir kulaç altından yeşil somaki bir taş çıkar. Üstünde kûfi harflerle ?Hâzâ kabri Halid bin Zeyd? (Hazreti Eyyüp El Ensari )yazılıdır.Günümüzdeki Eyyüp Sultan Hazretleri´nden bahsediyoruz. Orada bulunan kalabalık bir hoş olur. Derhal türbe ve mescid hazırlıklarına girişirler.

Günler geçer, Fatih, Akşemseddin Hazretleri´ne sıkça gelip gitmeye başlar. Öyle ki devlet işleri oyuncak gelir gözüne. Sarayı, otağı bırakıp döşeği tekkeye sermeye niyetlenir. Nitekim bir gün ?N´olur? der, ?Beni de dervişleriniz arasına alın?.

Akşemseddin, hani Fatih´e baba muamelesi yapan o gül yüzlü muallim birden ciddileşir, celalli bir edayla ?Hayır!? der, ?Osmanoğullarının dervişe değil, sultana ihtiyacı var!?

Ama Sultan Mehmed´i iyi tanır. Yine gelecek, hem bu kez ısrar edecektir. Buna fırsat vermez. Pılısını pırtısını toplamadan uzaklaşır İstanbul´dan. O yıllarda kuş uçmaz, kervan geçmez bir kuytu olan Taraklı´ya çekilir, sonra Göynük civarlarına yerleşir, kendi halinde talebe yetiştirir. Ama duaları Fatih´le birliktedir.

Akşemseddin Hazretleri birgün oğlunu (4 yaşındaki Hamdi Çelebi) dizine oturtur. Minik yavru bülbül gibi Kur´an okur. Mübârek bir ara hanımına döner. ?Biliyor musun?? der, ?Aslında dünyanın mihneti, zahmeti çekilmez ama şuncağızın yetim kalmasına dayanamam. Yoksa çoktaaan göçerdim!? Hanımı omuz silker. ?Amaaan efendi? der, ?sen de göçemedin gitti yani.? Mübarek ?İyi öyleyse!? deyip kalkar. Göynüklülerle helalleşir ve mescide çekilir. Talebelerine ?okuyun? buyururlar. Bir ara gözleri kapanır, yüzü aydınlanır. Kolları yana düşer ve berrak bir tebessüm oturur dudaklarına. Müridleri eve koşarlar ?Başınız sağolsun.? derler, ?Efendi göçtü!?

Ne yazık ki bu olayla beraber Akşemseddin Hazretleri İstanbul´un mübarek fethinden sadece 6 yıl sonra yani 1459 yılında Bursa Göynük´te vefat etmiştir. Allah (c.c.) rahmet eylesin. Amin Selam ve dua ile

Kaynaklar:

1) Osmanlı Alimleri

2) Akşemseddin Hazretleri

3) Müslüman Bilginler Ansiklopedisi

 



Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor