Yazar ve Fotoğraflar: Mert DERMAN
Birkaç yıldır aklımda dağlara tırmanma fikri var.
Sanırım bunun sebebi belgesel kanallarında izlediğim dağcılık belgeselleri ve Everest maceraları. Aslında ondan daha öncesi de var bu işin. Üniversitede öğrenci topluluklarının olduğu bir bina vardı.
Oraya gidip dağcılık topluluğuna katılmak istedim. Dağcılık topluluğu odasına girdim, herkes birileri ile muhabbet ediyordu. Kimse dönüp ?merhaba? bile demedi. Eminim her zaman öyle değillerdir ama o gün öyle oldu işte.
Ben de kendimi garip hissedip çıktım odadan. Bir baktım karşı oda sualtı topluluğunun. Hemen girdim içeri. Orada bambaşka bir an yaşandı. Hemen birileri ile konuşmaya başladım. Ondan sonra sualtı topluluğuna katıldım.
Dağcılıksa çok sonralara, bugünlere kaldı. Geçen sene biraz araştırdım nasıl yaparım bu işi diye, sorduğum herkes üniversitelerin öğrenci topluluklarını önerdi. Ama biliyordum ki oralar hiyerarşik yapılara sahip ve belirli etkinliklere katılmak için kat edilmesi gereken mesafe çok. Bu düşüncelerle yine erteledim konuyu.
Sonunda bu yıl, kafaya taktım, ?Ağrı Dağı?na çıkacağım? diye. Araştırdım, Ağrı konusunda herkes ?Explorer? dedi. İletişime geçtim ve bu sene üç tane arka arkaya tur yapacaklarını öğrendim: 9-15, 16-22 ve 23-29 Temmuz tarihlerinde. 16-17 Temmuz Dask Adam yarışı olduğundan ilk iki tur mümkün görünmüyordu. Sonuncuya adımı yazdırdım. Ama rehberle yaptığımız görüşmeler sonucu Ağrı öncesinde bir hafta sonu daha kolay ve alçak bir dağda hem kamp deneyimi kazanmak hem de irtifa ile bir problemimim var mı görmek için deneme yapmam konusunda karar kıldık. Bu iş için de 2-3 Temmuz hafta sonu yapılacak Aladağlar Emler zirve tırmanışını seçtik. Böylece temmuz ayını tamamen dağlarla doldurmuş oldum, 2-3 Emler Zirve, 16-17 Dask-Adam ve 23-29 Ağrı Dağı ekspedisyonu?
Bunun anlamı düzenli koşu antrenmanlarının sekteye uğrayacak olmasıydı, öyle de oldu.
Burada, Emler zirve hafta sonunun detaylarına girmeyeceğim. Ankara?dan Niğde, Çamardı?ya gitmek oldukça kolay.
Cumartesi günü oraya yolculuk ve hemen ardından 3300 metredeki Çelik buyduran geçidine tırmanış yapıldı. Bir gece çadırda kamp yapılıp sabah erkenden kalan 425 metrelik tırmanış yapıldı ve inip kamp toplandıktan sonra geri dönüş gerçekleşti. Emler Zirve 3724 metre. Bu irtifada bir sorun yaşamadığımı ve kamp konusunda da sıkıntı yaşamayacağımı gördüm. Aladağlar çok güzel ve Ankara?ya çok yakın. Fırsat oldukça gidip oradaki diğer zirveleri de denemek isterim. Umarım olur.
Sonrasında bir hafta ara verip Dask_adam yarışına katıldım. İki gün toplam 25 saat yürüme ve tırmanış oldukça yorucu oldu ama başarıyla tamamladık. O hafta sonunun tırmanış ve dik inişler konusunda oldukça deneyim kazandırıcı olduğunu sonradan anlayacaktım?
Tüm bu etkinliklerin ortak noktaları, malzemeye bağımlı olmaları. Bu yüzden Haziran ve Temmuz ayları sürekli malzeme incelemek, araştırmak ve satın almakla geçti. Bugüne kadar bu tür etkinliklere hiç katılmadığımdan eksiğim çoktu. Dolayısıyla çokça zaman ve para harcadım bu konu ile ilgili. Son ana kadar, evet gerçek anlamda son güne kadar, araştırma ve satın alma sürdü. Son gün, sahip olduğum botla Ağrı zirve yapılamayacağını öğrenip, bir dağ botu almak zorunda bile kaldım. Ama yapmak istediklerim için bu şarttı ve ben olacaklara/olanlara hazırlıklıydım.
23 Temmuz cumartesi sabahı erkenden Esenboğa?dan Van?a uçtum. Van Ferit Melen Havaalanı?nda rehberimiz Ercan karşıladı bizi. Bizi diyorum çünkü aynı uçakta tura katılan 3 kişi daha gelmişti Ankara?dan. Van?dan Doğubayazıt?a yaklaşık 150 km?lik bir yolculuk yaptık. Yolda Muradiye Şelalerinde 10 dakikalık bir mola verdik. Şelale çok yüksekten akmıyor ama güzel bir görünümü var. Asma bir köprüden karşıya geçip güzel fotoğraflar alınabiliyor.
Ama ben yanıma aldığım, Başak?ın eski makinesine henüz alışamamış olduğumdan orada çok güzel kareler çıkaramamışım. Doğubayazıt?a giden yol uzunca bir süre Van Gölü kıyısında ilerliyor. Yol boyunca göl manzarası çok güzel. Doğubayazıt?a varınca hemen bir şeyler yemeye gittik. Mecburiyet caddesi -adı üstünde burası bu şehrin gidilecek tek yeri- üzerinde Doğuş Restaurant?da atıştırdıktan sonra İshak Paşa Sarayı?nı görmeye gittik. Burası çok güzel bir tepeye, neredeyse kartal yuvası gibi bir yere, 1685-1785 yılları arasında inşa edilmiş ilginç bir saray. Bir çok restorasyon görmüş ve bence özgün görünümünü yitirmiş bir bina. Yapımı 100 yıl sürmüş ama kalorifer, su ve kanalizasyon sistemine sahip ilk bina olması ve inşaatın yeri düşünülünce insan normal karşılayabiliyor bu süreyi. Girişte 3 Tl alıyorlar ancak insan sormadan edemiyor ?bu parayı neden veriyoruz? diye. Çünkü hiçbir şey vermiyorlar size; ne bir kitapçık, ne bir kroki.
İshak Paşa Sarayı sonrası otelimize yerleştik. Tur planı, ilk gece ve son gece otelde kalınacak şekilde yapılmış. İlk gün bana düşen otel odası tam Ağrı Dağı manzaralıydı, motive edici ama biraz da korkutucu. Akşam yemeği, kısa brifing ve kısaca ekiptekilerle tanışma sonrası güzel bir uyku çekip ertesi güne hazırlandım.
Pazar sabahı eşyaları iki minibüse yükleyip Eli Köyü?ne doğru yola çıktık. Ağrı Dağı?nın zirvesine giden en kolay rota Doğubayazıt üzerinden Eli Köyü rotası. 2100 metredeki bu köye araçlarla ulaştıktan sonra, yürüyüş esnasında taşınmayacak kamp malzemeleri katır ve atlara yükleniyor. Sonrasında başlanan yürüyüş yaklaşık 5-6 saat kadar sürüyor. Sonuçta 3200 kampına varılıyor.
Biz Explorer?ın bu sezon için üçüncü grubu olduğumuzdan hem kalınacak çadırlar hem de mutfak ve yemek çadırları kuruluydu 3200 kampına vardığımızda. Yol boyunca yağdı yağacak şeklinde bekleyen yağmur biz kampa varır varmaz çılgınca yapmaya başladı. Yaklaşık 1-1,5 saat kadar yoğun biçimde yağdı. Ben bu süreyi, tırmanışlar sırasında böyle bir havayla karşılaşırsak ne yapacağımı düşünmekle geçirirken kampımızın aşçısı ve yardımcı rehber Atila önümüzdeki günlerde ne kadar lezzetli şeyler yiyeceğimizin işareti olan akşam yemeğimizi hazırlamış. Yağmur durur durmaz nefis akşam yemeğimizi yiyip, ekipçe sohbete koyulduk. İrtifanın olası olumsuz etkilerine karşın bol yemek ve bol içmek gerekiyor. Biz de sürekli bitki çayları, çay ve kahve tüketmeye dikkat ettik. Tabii bu davranışın negatif etkisi gece yattıktan sonra kendini gösterdi. İlk gece zaten çadırlardan gelen horlama sesleri ve rahatsızlık nedeniyle uyumakta zorlanan ben, bir de 4 kez daracık çadırdan çıkıp tuvalet ihtiyacımı gidermek zorunda kaldım. Dolayısı ile ilk gece epey uykusuz geçti benim için.
3200 kampında yukarıdaki bir kaynaktan aşağıya hortumla taşınan ve bir kaç kamp tarafından ortak kullanılan (yukarıdaki kamp aradaki bir bağlantıdan hortumu söküp kullanmaya başlıyor, bu süre aşağıdakiler için su kesilmiş oluyor ) su mevcut. Ama çok güvenilir bir su değil. Bizim kampımızda birkaç bidon buradan doldurulup içine klor atıldıktan sonra tüketiliyordu.
Bu nedenle Doğubayazıt?tan taşıyabileceğimiz kadar çok suyu yukarı taşıdık. Ayrıca bu hortumla gelen su bol olmadığından el yüz yıkamak için kullanılamıyordu. Temizlik için ıslak mendiller ve pürel kullandık. Hazır bir tuvalet yok, kayaların veya çalıların arasında çözmek gerekiyor sorunu. Bu konuda duyarlı davranmak isterseniz -ki bence şart- kullandığınız tuvalet kâğıtlarını ve benzeri gereci işiniz bittikten sonra yakmak için yanınızda bir çakmak taşımakta fayda var. En azından ben rehberin bu yöndeki tavsiyesini uyup böyle davrandım. Organik atık olan insan dışkısını doğa hızla ve kolaylıkla ortadan kaldırabiliyorken temizlik için kullanılan şeyler için aynı şey söz konusu değil. Bu konu her ne kadar çok iç açıcı olmasa da, bence önemli olduğundan burada değinmek istedim.
İkinci günün sabahı güzel bir kahvaltı sonrası 4200 kampına doğru yürüyüşe başladık. O günün planı, 4200 metredeki kampa çıkıp, orada birkaç saat geçirdikten sonra geri dönmek. Bunun nedeni vücudu irtifaya alıştırmak, dağcılıktaki adı ile ?aklimatizasyon?. Bizimkiler gibi yüksek irtifaya alışkın olmayan vücutlar için bu şart. 3200-4200 arası parkur, Eli Köyü-3200 arası parkuruna göre daha dik ve yorucu. Ama ilk kez bu yüksekliklere çıkıyor olmanın heyecanı ve motivasyonu ile daha hızlı bir çıkış oluyor sanırım. Bizim yürüyüşümüz sırasında çok sayıda ekip ve katır grubu iniş ve çıkış gerçekleştiriyordu. Parkur bu yüzden çok kalabalık ve sıkıntılıydı. İnsan ?bu kadar adamın burada ne işi var yahu? demekten kendini alamıyor. Ama tabii Ağrı?nın bu civardaki gözde dağlardan biri olduğu ve çok sayıda yabancı dağcıyı da kendine çektiğini düşününce bu durum normalleşiyor. Parkurun sıkışık ve kalabalık olmasından dolayı rehberimiz ekibi 4000 metre yükseklikte geniş bir alanda durdurmaya karar verdi. Burada hem öğle yemeği için verilmiş kumanyaları tüketecek hem de irtifaya uyum için zaman geçirecektik. Ben 4200 kampını görmek istediğimden, rehberden onay alıp, ekip 4000 metrede uzun molasını verirken 4200 kampına çıktım. 3200 kampından sonra burayı görmek gerçekten biraz can sıkıcı. 3200 kamp alanında 150-200 çadır sığabilecek alan varken 4200 kamp alanı kayaların arasında küçük küçük alanlara sahip daracık bir bölge. En fazla 20-25 çadır sığabilir. Alan çok dar olduğundan sıkış tıkış bir yer. Üstelik pis de. Çevrede hem organik olmayan birçok atık var hem de sanırım çok soğuk günlerde çadırdan uzaklaşmak istemeyen tırmanışçıların buldukları ilk yere pislemelerinden dolayı çadırların hemen yanında insan dışkıları mevcut. Dolayısıyla koku da hoş değil. Bu durum gerçekten can sıkıcı.
Doğaya, çevreye duyarsız bu kadar çok insanın var olması, hatta bir de kalkıp Ağrı Dağı?na kadar gelmiş olmaları beni biraz sinirlendirdi. Oysa her insan kendi çöpünü, her ekip kendi atığını bir şekilde aşağıya indirebilir. İşin acı tarafı, insanların saçma sapan eşyalarını taa 4200 metre yüksekliğe ve sonra geriye zavallı katırlara taşıtırken bir torba çöpten kaçınıyor olmaları. Bu düşüncelerle 4200 kampında biraz zaman geçirdikten sonra aşağıda bekleyen ekibin yanına geri döndüm. Hep birlikte çıktığımız yoldan 3200 kampına dönüşe başladık. Ben, iniş parkurlarında yavaş gittiğinde daha çok yorulan biriyim. Ekipte benim gibi bir kaç kişi daha çıkınca rehberimiz önden gitmemize izin verdi ve biz hızla kampa geri döndük. İniş gerçekten yıpratıcı. Özellikle de yarın yine aynı yoldan yukarı çıkacağını düşündükçe biraz zorlanıyor insan.
Ertesi sabah aynı parkurdan aynı hedefe doğru tırmanışa başladık. Ama bu sefer kamptan ayrılmadan önce tüm çadırları toplayıp, çantaları ve çadırları katırlara yükledik. 4200 kampında bir gece kalmamız gerekiyordu. Aslında buna bir gece kalmak demek biraz yanıltıcı çünkü gece saat 2?de zirve tırmanışına başlanıyor. Dolayısıyla akşam yemeğini erkenden sıkışık bir mutfak çadırında yemeli, hemen uyku tulumlarına girip uyumaya çalışmalıydık. Söylemesi kolay ama yapması zor.
Yorgunluk, irtifanın etkileri, 4200 kampının rahatsız zemini ve birkaç saat içinde uyanıp zirveye doğru yola çıkacak olmanın verdiği heyecanla uyumak biraz zor. Yine de rehberimizi ısrarla ?uyumasanız bile tulum içinde yatar pozisyonda olup dinlenmelisiniz? uyarıları doğrultusuna aynen öyle yaptık. Az da olsa uyukladıktan sonra 1?e doğru uyandım. Hazırlıklarımı yapıp yürüyüş öncesi biraz çorba içmek için mutfak çadırına geçtim.
Bu noktada Ağrı Dağı?nın havasından söz etmekte fayda var. Her ne kadar Temmuz ve Ağustos ayları tırmanış için en uygun dönem olsa da dağın zirvesinde neler olacağını kestirmek güç oluyormuş. Bizden önceki ekip oradayken yani bir hafta önce, dolu eşliğinde şiddetli fırtınalar olmuş. Hatta bir katırcıdan öğrendiğim kadarıyla, çok genç bir tay bu fırtınada tutunamayıp, uçurumdan aşağı düşerek ölmüş. Çok üzücü ve bir o kadar da korkunç bir olay. Bizim dağa varmamızdan o geceye kadar olan süreçte hava çok güzel gitti. Sadece ilk geldiğimiz gün yağan şiddetli yağmuru gördük kötü hava olarak. Birkaç siteden alınan tahminler de havanın bir iki gün daha iyi gideceğini işaret ediyordu. Ama öğrendiğimiz kadarıyla bu yüksekliklerde ne olacağı hiç belli olmuyor, her an bir sürprizle karşılaşılabiliyordu. İşte bu nedenlerle hem çok sıkı giyindim hem de yanıma biraz ek ve destek kıyafet aldım.
Gece 2:30?da yürüyüşe başladık. Aslında başlar başlamaz çok dik bir tepeye geliniyor, dolayısıyla tırmanışa başlamak daha doğru bir terim. Gece, zifiri karanlık. Sadece önünüzdekinin ayaklarına bakarak 2 saat dik bir tepeye tırmanıyorsunuz. Hava çok soğuk. Bir anda zirvenin sağ alt tarafında hafif bir aydınlık gördüm. Saatime baktım, güneşe daha çok vardı, şaşırdım. Bir süre sonra güzel bir hilal belirdi gökyüzünde. Tırmanışın zorluğu karşısında keyifli bir motivasyon. Ondan bir saat kadar sonra da güneş yüzünü gösterdi. İşte o anda rehberimizin bize göreceğimizi söylediği çok ilginç bir doğa olayıyla tanıştık. Güneş, dağın, bizim olduğumuz tarafına göre tam tersinden doğuyor. Bu da bizim olduğumuz yüzün altında devasa üçgen şeklinde bir gölgeye neden oluyor. Çok şaşırtıcı bir görüntü.
Fotoğraflamaya çalıştım ama tam olarak orada olup gözle görülenin yerini tutmadı. Bu üçgen gölgenin ne büyüklükte bir alanı kapladığını hayal etmek bile etkileyici. Bizim tırmanışımız sürdükçe ve tabii güneş yükseldikçe üçgen de küçüldü ama her aşamasında şaşırtıcı görünümünü korudu.
4800 metre civarı kar epey çoğaldığından krampon takma vakti geldi. Kramponları takıp yola devam ettik. Kramponla yürürken dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var: kramponları birbirine veya pantolona/tozluğa takmamak. Bu herhalde dağda yapılacak en saçma hatalardan biri ama sonuçları çok ciddi olabilir; dengeyi kaybedip düşülecek yerler değil oralar. Bu yüzden bacaklar biraz ayrık ve paytak yürümek gerekiyor. Bu şekilde yürümek komik göründüğü kadar yorucu da.
Bu irtifada ben soluk alıp vermek konusunda çok sıkıntı yaşamadım. Ama biraz hızlı hareket etmeye kalkışınca nefes nefese kalmak işten bile değil. O yüzden yavaş hareket etmek en rahatı. Bunun dışında irtifanın etkilerinden sadece baş ağrısını yaşadım, o da hafif olarak. Ekipten bir arkadaş irtifa sıkıntılarının tümünü yaşadı. Mide bulantısı, hatta kusma, iştahın tamamen kesilmesi ve sürekli baş ağrısı. Ne yazık ki bu sıkıntıları daha aklimatizasyon günü 4000 metrede yaşayınca 3200 kampında beklemek zorunda kaldı.
Çarşamba günü sabah 7:40 civarı zirvenin hemen altındaki platoya ulaştık. Burası oldukça geniş bir düzlük. Bu düzlükte çantalarımızı bırakmaya karar verdik. Hepsini bir araya toplayıp küme halinde bırakarak son tepeyi çıkmaya koyulduk. Bu platonun iki yanında iki tepe mevcut. Biri 5122 metre yüksekliğe sahip olan İnönü tepesi, diğeri ise dağın gerçek zirvesi olan Atatürk tepesi. Saat 8:05?de kimi kaynaklara göre 5137 kimilerine göreyse 5165 metre olan Ağrı Dağı?nın zirvesini oluşturan bu tepedeydik. Ermenistan ve İran topraklarının görülebildiği, Doğubayazıt ve çevresindeki platonun tümünün ayaklar altında olduğu, 3900 metre yüksekliğine rağmen adının önüne ?küçük? sıfatını almak zorunda kalan Küçük Ağrı?nın yukarıdan izlenebildiği bir zirve. Açık havalarda keskin gözlerin 400 km?ye kadar görebildiği söyleniyor. Ama o yükseklikte bu mesafeleri algılayabilmek çok kolay değil. Tabii bunca zaman hedeflenen, sonra uzunca süre planlanan, üstüne bir sürü hazırlık yapılan ve sonunda 3-4 gün süren bir yolculukla ulaşılan zirvede insan bir garip oluyor.
Duygulanmamak elde değil. Tamam belki tırmanması çok zor bir dağ değil, çok teknik dağcılık veya fazla deneyim istemiyor ama kaç insan kalkıp tüm bu zorluklara katlanıyor ki? Biraz duygulanmayı hak ediyor insan. Zirve defteriyle fotoğraf çektirme ve etraftan güzel kareler yakalama evresinden sonra çevreme baktım. İran?lı bir grup da bizle beraber zirvedeydi.
O an anımsadım ki bu gruptaki dağcıların bir çoğunun ya bacağı ya da kolu protez. Savaş gazilerinden oluşan bir grup olduklarını 4200 kampında öğrenmiştik. Ama zirvede bacak protezlerini ellerine alıp o şekilde poz verdiklerinde asıl onların nasıl zor bir işi başardığını fark ettim. O an kendi zaferimin ışığı biraz söndü ama kendime de çok haksızlık etmek istemem.
Zirveye çıkan inmek istemiyor doğal olarak ama hava ve zemindeki kar koşulları çok da kalmaya izin vermiyor. Yaklaşık bir saat orada oyalandıktan sonra çantaların yanına indik. Ben ve bir arkadaş daha yine ekibin önünde inme şansını yakalayabildik. Asistan rehber Çağrı ile birlikte olabildiğince hızlı ama o kadar da güvenli bir şekilde 4200 kampına indik. İniş sırasında gün ilerleyip hava ısındığından kar biraz yumuşaklaşıyor ve yapışkan bir hal alıyor.
O haliyle krampon altında birikip ayağın altında bir kar tabakası oluşturabiliyor. Kar kar üstünde çok kaygan olabildiğinden, kramponları birbirine takıp düşme riskine bir de kayma riski ekleniyor. Bunun çaresi de arada bir batonlarla kramponlara vurup altındaki karı temizlemek. İndiğimiz parkur çok dik ve birçok kişi için iniş çıkıştan daha korkutucu olduğundan ekibin gelmesi 1,5 saati buldu. 4200?de kamp yapmak üzere başka gruplar gelmeye devam ettiğinden hızla kampı toplayıp 3200?e inmemiz gerekiyordu. Ekip gelir gelmez toplanıp inmeye başladık.
O yolu ikinci kez iniyorduk ve o kadar sıkıcı geldi ki yorgunluğumu unuttum sıkıntıdan. Hedefe ulaşmış olmaktan dolayı düşmüş olan motivasyon da eklenince iyice çekilmez oldu iniş.
Zirve gecesi ve günü dağ bize gerçekten çok iyi davrandı. Hava muhteşemdi. Hatta o kadar iyiydi ki güneşten dolayı kavrulduk. Güneş kremi sürmeyen ya da sürekli yenilemeyenlerin yüzleri epey yandı (ben de onlardan biriyim ). Gece 2:30?dan ertesi gün 3200 kampına vardığımız 16:00?a kadar 13,5 saat neredeyse hiç durmadan yürüdük. Özellikle uzun süren ve dik inişler nedeniyle dizlerim çok ağrıdı. Akşam her gün bize lezzetli yemekler sunan aşçımız Atila?nın kutlama için hazırladığı zirve pastasını da yiyip uzun uzun sohbet ettik. O geceyi de kampta geçirip ertesi gün sabah erkenden Eli Köyü?ne araçlara doğru yola çıktık.
Oradan Doğubayazıt?taki otelimize geçip dinlenmeye çekildik. 5 gündür duş almadan yaşadığımdan hemen kendimi duşa attım. Uzun uzun yıkanıp biraz da kestirdikten sonra Doğubayazıt?a, Mecburiyet caddesini ve Kaçakçılar Pasajı?nı dolaşmaya gittik.
Doğubayazıt?ta yaptığımız bu son kısa gezinti sırasında ilginç bir şey öğrendik: Doğubayazıt?ta neredeyse herkes Ağrı Dağı?na çıkılamayacağına, zirvede bir hava boşluğunun var olduğuna ve çıkmaya kalkanları içine çektiğine inanıyor. Bu durum beni çok şaşırttı, çünkü Doğubayazıt?tan dağa insan yürüyerek bile gidebilir. Bu kadar yakınlarında olan bir dağ hakkında bu kadar yanlış bir kanıya ve inanışa sahip olmaları çok ilginç. Her yıl yüzlerce yerli ve yabancı dağcı Doğubayazıt?tan hareket edip bu dağa tırmanıyorlar, buna rağmen halk olaya bu denli yabancı.
Böyle dağcılık konusuna kısa da olsa bir giriş yapmış oldum.Bu serüven sırasında Aladağlar?da tırmanılacak çok güzel zirveler ve ortadoğuda, hemen yakınımızda 5000 metre üzeri dağlar (Kazbek, Gürcistan, 5033 m; Demavend, İran, 5621 m ve
Elbrus, Gürcistan, 5642 m) olduğunu öğrendim. Kim bilir belki bir gün onlara da tırmanırım?