Tarih: 15.08.2025 11:22

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ BİRLİKTE İNŞA EDELİM

Facebook Twitter Linked-in

MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli'nin kimine göre Kürt sorunu kimine göre terör sorunu olarak görülen çatışmalı süreci ile ilgili terörsüz Türkiye söylemi ile beklenilmeyen bir çıkış yaparak konuyu Türkiye gündemine taşımıştı.

 

Devlet Bahçeli'nin çıkışı neydi kısaca hatırlayalım: 

Bahçeli; 21 Ekim de Özetle, ''Türkiye'ye getirilirken her türlü hizmete hazırım diyen PKK lideri Abdullah Öcalan,  terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin" demişti. 

Sonra ne oldu? 

 Sonrasında, Cumhurbaşkanı da Bahçeliye destek verdi.

21 Ekim Devlet Bahçeli'nin bu çağrısıyla başlayan süreç ve DEM Parti heyetinin İmralı trafiği...

Öcalan'ın 27 Şubatta yaptığı fesih çağrısı üzerine PKK, 5-7 Mayıs kongresi yaptı, 12 Mayısta da feshini açıklayarak silahlarını bırakacağını duyurdu.

Ondan sonra, önceki süreçteki gibi bir yol kazası ihtimaline karşı bu sürece taraflarca temkinli yaklaşıldı.

 DEM parti heyeti İmralı, kandil ve diğer partiler arasında görüşmeler aralıksız devam etti.

Bu görüşmeler sonucunda Abdullah Öcalan 7 maddelik bir mektup yayınlayarak PKK 'nın kendisini feshederek silah bırakmasını istedi. 

Bunun üzerine PKK toplanarak kendini feshettiğini ilan etti.

11.07.2025 tarihinde de 30 kişilik bir grup olarak basın önünde silahlarını yakarak bu sürecin ilk adımını attılar. Silah teslim sürecinin planlandığı gibi sorunsuz olarak devam ettiği yetkilerce açıklanmaktadır. 

Terörsüz Türkiye projesi, Türkiye için ne kadar hayat memat meselesi ise düşmanları için asırlarca kurulan hayallerin yıkımıdır. 

Çünkü Türk Kürt kardeşliği, birliği ve beraberliği demek, haçlı zihniyetinin iflası demek.

Türkiye, uzun süredir toplumsal güvenliği tehdit eden çatışmalı süreçten "terörsüz bir Türkiye"   sloganıyla barışçıl süreç aşamasına geçmiştir. 

Bu süreç toplumun ekseriyeti tarafından  sevinçle karşılanmıştır. 

Bu terörsüz Türkiye adımı kararı elbette ki sevinçle karşılanacaktır, zaten aksini düşünmek abeslik olur.

 Çünkü bu kardeş kavgası, Türkiye'de yaşayan her vatandaşın hayatında az ya da çok acı bir iz bırakmıştır. 

Toplumun büyük bir kesimine ise çok pahalıya mal olmuş ve bu kesim bunun bedeli ağır ödemiştir. Bu nedenle toplum bir an önce bu badirenin atlatılmasını canı gönülde arzulamaktadırlar.

 

 Zira bu hadise;

 Türkiye'nin elli bin insanının canına mal olmuş, 

Süper güç yolunda olan Türkiye ye yüz milyarlarca dolar kayıp ettirmiş, 

Dört bin köy yakılıp yıkılmış ya da terk edilmiş, 

Köylerini terk edenler büyük kentlere göç etmek zorunda kalmış ve kentlerin gecekondularında varoşlar olarak adlandırılan çekilmez yeni bir hayatla tanışmış, 

İşsizler ordusuna yeni işsizler katılmış, bunun neticesinde hem ekonomik dengeler alt üst olmuş hem de şehir hayatı çekilmez bir hal almıştır.

 

Bu kirli çatışmada, Türkiye hiçbir maddi bedelle ölçülmeyecek kadar değerli bir hazinesini kaybetmiştir. Genç nüfusunu, çağa damgasını vuracak genç beyinlerini, insan kaynaklarını heba etmiştir. Bir nesil, bir kuşak kaybedilmiştir. bilerek ya da bilmeyerek.

 

 Bu kadar kayıplardan sonra, artık toplumun fazla tahammülü kalmamıştır. Her gün toprağa düşen gencecik bedenlerin beraberinde getirdiği acıyı hiçbir yürek kaldırmıyor artık.

Daha fazlasını kaldıramaz ana yürekleri. Ben yandım başkası yanmasın diye feryat ediyor. Bu feryatlara hiç kimse ama hiç kimse kayıtsız kalamaz kalmamalıdır. 

 İşte bu acı tecrübelerden sonra artık akan kan dursun, başka kayıplar olmasın,  diye başlatılan barışçıl, demokratikleşme veya silahsızlanma gibi umut verici gelişmeleri bazı siyasi çevreler ve gruplar tarafından felaket senaryolarıyla gölgelenmeye çalışılmaktadır.

Ne diyorlar?

"Devlet teslim oluyor."

"Vatan bölünüyor."

"Şehitler unutuluyor."

Böylece aslı astarı olmayan söylemlerle, halkın zihnini bulandırarak, barış ve kardeşliğe atılan bu hayırlı teşebbüsü sekteye uğratmak istiyorlar. 

Bu sürece karşı çıkan gruplar hepsi aynı saikla değil, farklı farklı amaçlarla karşı çıkmaktadırlar.

Bunları üç grupta toplayabiliriz,

1-            Bu çatışmalı ortamda rant elde edenler,

2-            Vatansever görünen dış kaynaklı yerli işbirlikçiler,

3-            Gerçekten ülkeyi seven ancak konu hakkında yeterince bilgiye sahip olmayan ve bu yüzden endişe eden kesimler.

 

Terörsüz Türkiye sürecine karşı çıkan, rantçı ve işbirlikçilerin dışındaki, ülkeye zarar gelir diye endişe eden gerçekten samimi ve iyi niyetli bu kesimi bilgilendirmek, aydınlatmak ve rahatlatmak görevi de bu süreci başlatan ve yürütenlere düşüyor. 

 

Bu konuda endişesi olan iyi niyetli kesimlerin endişe kaynağı, genelde basının yalan, yanlış, taraflı ve gerçek dışı yayınları ile bir oy uğruna kamuoyunu yanlış bilgilendirilen bazı siyasilerin, siyası hırslarıdır. 

 

                Çok samimi duygulara sahip bazı entelektüel ve kariyer sahibi insanlar bile basının ve siyasilerin söylemlerinden etkilenebiliyor.

 

                Bu bağlamda, Türkiye'nin yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri olan, kırk yıllık candan arkadaşım, bir sohbette esnasında, baştan beri Türkiye'nin birlik ve beraberliğine yana olduğumu bildiği halde bana şunu sormuştu;

 

                Siz Türkiye'nin neresine kadar toprak istiyorsunuz?

Başta bir espri olarak değerlendirdim. Sonra  ciddiyetini anlayınca.

 

Tabi ki bu soruya karşında şok olmuştum. Çünkü bu arkadaşım benim bu konuda durduğum noktayı biliyordu. 

 

Buna rağmen sermayesi, yalan, iftira,  çamur atma, niyet okuma olan lağım medyası ve kiralık, satılık kalemşorları ile bir oy uğruna vatandaşı yanlış yönlendiren, farkına varmadan toplum arasına nifak tohumu eken sözde siyasilerin söylemleri, istemeyerek de olsa bilinçaltına yerleşmiş ve gayrı ihtiyari telaffuz etmişti bu arkadaşım.

 

Kısa bir şaşkınlıkta sonra şu cevabı verdim,

 

- Edirne'ye kadar.

-Nasıl yani?

Biraz sitemle;

-Yani si şu,  o tuhaf sorunun cevabı budur. 

Ve sitemle devam ettim;

 

Bakın tarihten iki kısa örnek vereyim. Kendi ailemden Çanakkale'de, Sarıkamış ve bölge genelinde Rus ve Ermenilerle yapılan savaşlarda onlarca şehit vermişim.

 

 19 Mayıs 1919 da Atatürk Samsun'a çıkmadan önce, yani 13 ay önce, Nisan 1918 de bölgede düşmanın son kalıntılarını tamamıyla temizleyen yerel kuvvetlerden oluşan Hamide ye birliklerinin başında öz dedem yanı babamın babası Binbaşı rütbesiyle savaşıyordu. 

 

                O dönemde bu topraklarda var mıydınız?  Yok muydunuz? Onu bilmem. Ama sen o karanlık günleri ancak şu anda tarih kitaplarında okuyarak öğreniyorsun. 

 

Tabi ki okuduğun tarih kitapları ne derece doğru yazıyordur? 

O da işin başka bir boyutu.

 

Bana gelince, Hz. İbrahim'den belki ötesinden beri bu topraklardayım. Bu güne kadar da onlarca düşman saldırısına karşı can pahasına bu toprakları savundum. savunmaya devam edeceğim ve ayrıca hala bu topraklardayım ve sonsuza dek de burada olacağım.

 

 Buna rağmen sen, Türkiye'nin cennet sayılabilecek en güzel yerlerinde örneğin, Marmaris te, Kuşadası nda, Antalya da, Florya da, İstanbul da, Bursa  da varlık içinde lüks bir hayat sürdüreceksin, bende Ağrı, Tendürek ve Cudi'nin kırsalında yokluk ve yoksulluk içinde hayata tutunmaya mı çalışacağım? 

 

                Ayrıca, bu ayrılmak, bölünmek konusu ile ilgili, başka bir husus da şu; kuruluş yıllarını bilmem ama 1990 dan sonra ki, dönemlerde   hem PKK ve hem de onunla ilişkilendirilen  partilerin  söylemlerinde bölünme ile ilgili bir ibare yok. 

 

                 PKK yanlısı olarak itham edilenler ile söz konusu partilerin yöneticileri ve önde gelenlerinden ve batıya göç eden diğer Kürtler,  yaşadıkları köylerde ve şehirlerde ata babadan ne kadar mal mülk varsa satıp batı illerinde yatırıma çevirdiler. Çoğunun köylerinde il ve ilçelerinde bir çakıl taşları bile kalmamıştır. 

 

                Kürtler Doğu ve Güneydoğudan çok batı illerinde yaşamaktadırlar. Örneğin İstanbul da altı milyon Kürt var ve en büyük Kürt şehri olarak bilinir. Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük iller başta olmak üzere batıda

 ki diğer ilerde de çok yoğunluktalar.

 

 Bunların çoğu zengin, iş insanı hatta Türkiye'nin en zenginleri arasında yer almaktadırlar. Ayrıca dünya çapında zengin olanlar da var.

 

  Gittikleri illerin genel ve yerel siyasetine yön vermektedirler çoğu yerlerde Milletvekili ve belediye başkanlarını çıkarmaktadırlar. 

 

                Devlet yönetiminin önemli kademelerinde ağırlıktadırlar.

 

                -Şimdi soruyorum;

 

                -Sen ilerde terk etmeyi düşündüğün yere, doğup büyüdüğün yerdeki atandan babandan kalan bütün malını mülkünü satıp oraya yatırım yapar mısın?

 

Ayrıca, bir insan, yukarıda söz konusu kazanımlarından ve varlıklarından yanı yatlarından, katlarından, fabrikalarından, sahillerdeki tatil beldelerinden ve diğer zenginliklerinden hangi mantıkla vazgeçerek orayı terk eder?

 

                Zor kullansanız da terk ettirtmesiniz. Çünkü bu insanların iddia edildiği gibi bölünme ayrılma diye bir kavram hayal dünyalarından bile geçmiyor. Onun için bütün geleceklerini, planlarını bunun üzerine kurgulamışlar. 

 

Bu bölünme hayâlı Kürtler değil, Kürt olmayanlar tarafında dilendiriliyor.

 

 Çünkü Kürt bu ülkenin olmazsa olmazıdır. 

 

Kısacası, Türkiye demek, Kürt demektir. Kürt demek Türkiye demektir. 

 

                Arkadaşım, pişmanlık ve mahcubiyetle gözlerimin içine bakarak;

 

                -Ne bileyim öyle düşünmemiştim. Ama medya ve siyasiler bizi çok yanıltıyor, çok da inanmamak lazım demişti.

 

                Türkiye bölünür parçalanır diye endişe eden iyi niyetli ancak tereddüdü olan insanlar bir de bu açıdan baksınlar.

 

 

                Diğer taraftan işin başka bir boyutu daha var;

 

 Acılarla dolu o karanlık dönemleri hatırlatmak hiç istemezdim. Ancak bazı art niyetli kafaların halkı yanlış yönlendirmelerine karşı,  o acı günlerden yaşanan hiç birimizin hatırlamak istemediği birkaç örneğini dikkatlere sunmak istiyorum; 

 

                -Türkiye,  bölgede Gündüz Devlet, Gece PKK'nın hakım olduğu yoğun çatışmaların yaşandığı,

 

 İnsanlara dışkı yedirildiği, 

 

-Gece sabaha doğru kapıya yanaşan beyaz Toroslarla çoluk çocuğunun gözleri önünde dayaklarla hakaretlerle alınarak bir daha geri gelmeyen ve daha sonraları, asit kuyularında yakıldığı öğrenilen babaların, oğulların ve kardeşlerin olduğu,

 

 -On yedi bin faili meçhule giden insanın olduğu,

 

-Dört bin köyün yakılıp yıkılıp ve boşatıldığı,

 

- PKK tokat atınca devlete sığındığı, devlet tokat atınca yine batıya göç ederek devlete sığındığı,

 

-Daha fazla tokat yememek için üç beş parça eşyasını kamyona yükleyerek gittiği batı illerinin bazılarında şehre alınmadığı, kiralık ev verilmediği, linç edilmek istendiği ve barınacak yer bulamadığı için günlerce çoluk çocukları ile kamyon kasasında aç ve susuz yatıp kalktığı, 

 

-Varlığı bile kabul edilmediği, ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü,

 

O günlerde, bile hiç bir kürdün bölünelim ayrılalım diye aklının köşesinden geçirmediği halde,

 

                Kürtler, Türkiye de Kürt ve Kürt sorunu diye bir şey yok aşamasından, varlığı ve devletin asıl unsuru olarak kabul edildiği aşamaya geldiği bu dönemde mi bölecekler?

 

 Bölgede etkin olduğu dönemlerde Türkiye'yi bölmedi de, kendisini fesheden silahları teslim eden beklide şu an unsularının çoğunu dağıtan bir PKK mı bölecek?

 

                Şimdi de, dışarıdan gazel okuyan, niyet okuyucu tuzu kurulara birkaç soru soralım;

 

- Siz bu 50 yılık çatışmalı süreçte hangi değerinizi kaybettiniz?

 

- Mesela kaç tane evladınızı toprağa verdiniz?

-Kaç tane duvaklı gelini karalar bağlayarak baba evine geri gönderdiniz?

- Kaç tane oğlunuzu, kardeşinizi, babanızı veya akrabanızı fail meçhule kurban verdiniz? Ya da asit kuyularında yakıldığına şahit oldunuz?

 

-Beyaz toros kaç defa kapınızı çaldı? 

 

 -Ya tekbirlerle, dualarla ve halaylarla askere gönderdiğiniz ciğer parenizin terhisini beklerken bayrağa sarılı cansız bedenine sarıldınız mı?

 

                Hiç birisi değil mi? 

 

Ateş düştüğü yeri yakar. Bir yeriniz yanmadı ki, barıştan kardeşlikten yana olasınız.

 

 Sizler ancak bu kirli çatışmalı ortamda rant ve menfaat sağlama peşindeydiniz ve hala da bu umutla çırpınıyorsunuz. 

 

 Bu ateş tüm Türkiye yi yaksa siz karşısına geçerek o ateşle sigaranızı yakacak kadar zıvanadan çıkmışsınız. 

 

Zira sizin vatan, millet, birlik, beraberlik ve kardeşlik diye bir derdiniz yok. 

 

Sizler bu topraklara yabancısınız.

 

 Çekilin insanların kafasını bulandırmayın. Zaten kimse sizden bir şey beklemiyor parazit yapmayın yeter

 

 

                 Muhakkak bu sözlere kızıyorsunuz, öyle değiliz diyorsanız, kabul. O zaman gerçekten samimi iseniz, Türkiye den yana iseniz, çocuklarınızın geleceğinin düşünüyorsanız bahaneleri bırakın. 

 

 Etrafımız kan kaynıyor. Türkiye'nin etrafını çepeçevre sarmış bir ABD - İsrail belası ve ciddi manada tehlikesi var.

 

 Artık kişisel çıkarı, rantı,  menfaati, kirli politikayı, yersiz çekişmeleri bırakın görün bunları. 

 

Bu gün birlik, beraberlik ve kenetlenme günüdür. Etrafı ateş çemberi ile çevrilen Türkiye'nin düşmanlarına inat gelin Türkiye'nin geleceğini birlikte inşa edelim.

 

Yarın geç olabilir bu yanlışı gelecek nesillerimize yapmayalım.

 

Diğer taraftan toplum çok yoruldu, hepimiz yorulduk.

 

 Bu barış girişimine cesaretle sahip çıkalım. Barışa cesaret edebilmek, ancak korkuya teslim olmayan bir anlayışla mümkündür.

Korkularla şekillenmiş bir toplum, sürekli savunmada kalır. Oysaki bir arada yaşama iradesi, korkudan değil, değerlerden ve ilkelerden doğar.

Barışı yalnızca bir güvenlik politikası değil, aynı zamanda ahlaki ve entelektüel bir sorumluluk olarak görmek gerekir.

 Türk-Kürt, et tırnak ötesi iki beden bir can olmuştur. Çünkü neredeyse Türk- Kürt evlilik birliği, nüfusun yarısını oluşturmaktadır. 

Bu realite karşısında toplum nasıl bölünür? Toplumun bölünmesi, parçalanması mümkün mü? Kim bunu başarabilir 

Sonuç olarak, siz şaşkın ve azgın şahinlere bakmayın,  barış ve huzur ortamının kapısı aralamıştır en kısa zamanda barış ve kardeşlik tesis edilecek yüzler gülecektir. 

Selam ve duayla,

SEYİTHAN KAYA




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —